İktisadi Büyüme 1.2.3.4. Üniteler 30 Sayfalık Özet

2013 İktisat 4. Sınıf 2. Dönem (8. Yarıyıl) İktisadi Büyüme 1.2.3.4. Üniteler (Vize Üniteleri) 30 Sayfalık Özet




Özeti Word Dosyası Olarak İndirmek İçin Tıkla


İKTİSADİ BÜYÜME

Ders Notları

ÜNİTELER

1 – İktisadi Büyüme Kavramı

2 – İktisadi Büyümenin Kaynakları, Aşamaları ve Sınırları

3 – Geleneksel Büyüme Teorileri

4 – Modern Büyüme Teorileri: Harrod Domar Büyüme Modeli

5 – Neo Klasik Büyüme Modeli

6 – İçsel Büyüme Modelleri

7 – Küreselleşme ve İktisadi Büyüme

8 - Türkiye Ekonomisi’nde İktisadi Büyüme ve Temel Belirleyicileri









Ünite 1 – İktisadi Büyüme Kavramı
İktisadi Büyümenin Tanımı
İktisadi büyüme, bir ülkenin genellikle bir yıl içinde üretim kapasitesinde veya reel gayrisafi yurtiçi hasılasında görülen ve sayısal olarak ölçülebilen reel artışlardır.
Kişi başına gelir açısından bakıldığında büyüme, hem bir toplumdaki ekonomik faaliyetlerin ölçeğinde meydana gelen artışı hem de kişi başına gelir artışını ifade etmektedir. Bu yüzden büyüme, makroekonomik açıdan arz cephesinde belirlenir. Arz eğrisinin sağa kayması ya da üretim olanakları eğrisinin sağa kayması ile ifade edilir.
o    Reel artış: Fiyat değişmelerinin etkisi giderildikten sonraki artış oranıdır.
Ekonominin üretim düzeyini gösteren bir diğer kavram da üretim imkânları eğrisidir. Üretim imkânları eğrisi belirli bir zaman diliminde, veri kaynak arzı ve sabit bir teknolojiye göre çizilmekte, farklı malların etkin üretimi altında birbirlerine dönüşümünü göstermektedir. Üretim faktörlerinin tam ve etkin kullanılması ile üretilebilecek maksimum mal ve hizmetlerin parasal karşılığına da potansiyel GSMH denir. Bu nedenle üretim kapasitesinin tam kullanımı ile Potansiyel GSMH’ye ulaşılmaktadır.


Üretim imkânları eğrisi:
Mevcut üretim faktörleri ve üretim teknolojisi veri iken belirli bir dönemde ekonominin maksimum düzeyde üretebileceği çeşitli çıktı(ürün) bileşimlerini gösteren eğridir.
İktisadi büyüme veya kişi başına düşen millî gelirdeki yıllık artış oranı, bir ülkedeki üretim imkânlarının ne kadar arttığını ve dolayısıyla üretim imkânları eğrisinin bir önceki yıla göre ne kadar sağa kaydığını ifade etmektedir.


Üretim imkânları eğrisi ayrıca, kıtlığın sonuçlarını, ekonomideki tercihleri ve her tercihin alternatif maliyetini göstermektedir. Eğri üzerindeki her nokta etkin üretim bileşimlerini gösteren mevcut kıt kaynaklarla üretilebilecek maksimum üretim düzeyleridir. Bir kez üretim imkânları sınırı üzerinde etkin noktalara ulaşıldığında mallardan birisini biraz daha fazla üretmenin tek yolu diğerini az üretmektir.
Üretim imkânları sınırı eğrisinin orijine göre iç bükey çizilmiş olması artan fırsat maliyeti ile ilgilidir.
Bir ülkenin iktisadi büyümesi iki şekilde meydana gelir. Birincisi, tam istihdamın altında kullanılan iktisadi kaynakların daha verimli kullanılmaya başlanması yoluyla büyümenin gerçekleştirilmesi; ikincisi, tam istihdamda kullanılan kaynak miktarına yenilerinin eklenmesi yoluyla üretimin gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda iktisadi büyüme, nitelikten (yaşam standardını iyileştiren) çok nicelik (sayısal) bakımından ortaya çıkan bir değişikliği ölçmekte, yani üretim faktörlerinden bir veya bir kaçının artması sonucunda meydana gelen üretim artışını ifade etmektedir.
o    Artan fırsat maliyeti: Bir malın daha fazla üretilmesi için diğer maldan artan miktarlarda vazgeçilmesinin gerekmesidir.
o    Tam istihdam: Bir ekonomide mevcut tüm üretim faktörlerinin tam olarak kullanılmasıdır.
o    Üretim faktörleri: Üretimi gerçekleştirmek için kullanılan işgücü, doğal kaynaklar, sermaye ve teknolojidir.
Yatay eksende zamanın, dikey eksende ise reel çıktı düzeyinin bulunduğu şekil 1.2’de üretimin alışılagelen trendi çevresinde ortaya çıkan genişleme ve daralmalar konjonktürel dalgalanmaları göstermektedir. Trend hasıla eğrisi potansiyel hasılayı hesaplamanın güç hatta imkânsız olması nedeniyle potansiyel hasılanın en iyi temsilcisi olarak kabul edilir ve cari hasıla eğrisinden trend alınarak türetilir. Potansiyel hasıla eğrisi, reel GSYH’ nin üretim faktörlerinin tam kullanımı hâlinde beklenen gelişimini sergiler.

Genişleme döneminde istihdam düzeyi artarken daralma döneminde istihdam düzeyi düşer.
Genişleme döneminde yüksek bir büyüme hızına, düşen bir işsizlik ve yükselen bir enflasyon oranı eşlik eder. Daralma dönemindeyse aksine büyüme hızı düşerken işsizlik oranı artar ve enflasyon oranı düşer.

Şekil 1,3’deki üretim imkânları eğrisinde üç farklı durum gözlenebilir. Bunlar eğri üzerindeki noktalar, eğrinin içinde ve dışındaki noktalar. Eğri üzerindeki her nokta etkin üretim bileşimlerini gösteren noktalarken eğrinin içinde kalan G noktası üretim faktörlerinin bazı nedenlerden dolayı etkin kullanılamadığını dolayısıyla etkin üretimin sağlanamadığını, işsizlik ya da atıl kapasitenin mevcut olduğunu göstermektedir. Üretim imkânları eğrisi dışındaki H noktası gibi bir bileşimi üretmek imkânsızdır. Çünkü ekonomi bu düzeydeki bir üretimi gerçekleştirecek kaynaklara sahip değildir. Bu durumda, ekonominin eksik kapasite kullanım durumunu gösteren G noktasından kısa vadeli politikalarla kapasite kullanımı artırılıp, üretim olanakları eğrisi üzerindeki bir noktaya gelmesi süreci ekonomik dalgalanmayı temsil eder.

İktisadi Büyümenin Ölçülmesi
Gayrisafi Millî Hâsıla
Gayrisafi Millî Hâsıla (GSMH), belirli bir ülkede belirli bir dönemde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin değerinin toplamıdır. Bir firma tarafından üretilen ve diğer firmalar tarafından nihai mal veya hizmetin bir bileşeni olarak satın alınan mal ve hizmetlere ara mal veya ara hizmet denir. Eğer üretilen ara mal ve hizmetlerin değerleri nihai mal ve hizmetlerin değerlerine eklenirse bu durumda birden fazla sayılmış olur. Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ise bir ülkede belirli bir dönemde yurtiçinde üretilen nihai malların ve hizmetlerin piyasa değerlerinin toplamıdır.
Bu durumda GSYH’ nin bir kısmı diğer ülke vatandaşlarınca üretilmiş olabileceği gibi, GSMH’ nin bir kısmı da ülkenin diğer ülkelerde yerleşik vatandaşlarınca üretilmiş olabilir. Bu iki kavram bu anlamda sadece kapsadığı coğrafi alan bakımından farklılık gösterir.
Günümüzde ekonomik performansın asıl ölçüsü olarak GSMH değil, GSYH kullanılmaktadır. Bunun bir nedeni, uluslararası ekonomik entegrasyonun yoğunlaşması, ekonomik sınırların siyasal sınırları tanımamasıdır.
o    Nihai mal ve hizmet: Belirli bir zaman aralığında nihai (son) kullanıcısı tarafından satın alınan bir üründür.

GSYH = GSMH - Net dış faktör geliri

Dış âlem faktör gelirleri;
    İşçi dövizleri,
    Müteşebbis gelirleri,
    Kar transferleri,
    Dış borç faiz ödemeleri
    Faiz gelirlerinden oluşur.
Net dış faktör gelirleri ise ülkeye giren ve çıkan faktör gelirleri arasındaki farktır.
GSYH nominal ve reel olmak üzere iki şekilde hesaplanmaktadır.
Nominal GSYH, belirli bir yıl da üretilmiş olan nihai mal ve hizmetlerin o yılın fiyatları ile olan değeridir. Bir başka deyişle herhangi bir t döneminde üretilen tüm malların miktarları ile o dönemdeki fiyatlarının çarpımlarının toplamına eşittir.



Reel GSYH, farklı dönemlerde üretilen mal ve hizmetlerin aynı fiyatlarla değerlendirerek, dönemler arasında fiziki üretimin değişimini ölçme imkânı verir. Bir başka değişle aynı t dönemindeki cari üretim miktarları baz (temel) alınan bir yılın fiyatlarının çarpımlarının toplamına eşittir.
   
Cari fiyatlarla ölçülen GSYH’yi sabit fiyatlarla ifade edilen reel değişkenlere dönüştürmede bir fiyat endeksi türü olan GSYH deflatöründen yararlanılmaktadır. GSYH deflatöründen yararlanılarak Reel GSYH’nin hesaplanması;


Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla’nın Hesaplanma Yöntemleri
GSYH; üretim yöntemi, harcama yöntemi ve gelir yöntemi olmak üzere üç farklı yöntemle hesaplanmaktadır. Bu üç yöntemle bulunan GSYH değerlerinin tanım gereği birbirine eşit olması gerekir. Çünkü bir ekonomide yapılan harcamaların kaynağı gelirler, gelirlerin kaynağı ise üretime katılmanın karşılığı ele geçen faktör paylarıdır.
Üretim Yöntemi: Bir ekonomide bir yıl içerisinde tüm firmaların ürettikleri tüm mal ve hizmetlerin miktarları ile bunların fiyatları çarpılarak hesaplanmaktadır. Aynı mal ve hizmetleri üreten birimlerden meydana gelen faaliyet kollarındaki nihai mal ve hizmet üretim değerlerinin ölçülmesi bu yöntemin esasıdır. Bunun için ekonomi tarım, sanayi ve hizmetler olarak üç ana sektöre ve bunlarda alt sektörlere ayrılarak her bir sektörde yaratılan katma değerler hesaplanır.
Harcama Yöntemi: Faktör sahiplerinin üretilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamaların toplamından oluşmaktadır. Bir ekonomide üretilen mallar, tüketim malları, yatırım malları, kamu kuruluşları tarafından satın alınan mal ve hizmetler ve ülke yerleşiği olmayanlara satılan mallar ve hizmetler şeklinde dörtlü sınıflandırmaya tabi tutulmaktadır. Buna göre harcamalar, dört temel kalemden oluşmaktadır. Özel tüketim harcamaları, özel yatırım harcamaları, kamu cari ve yatırım harcamaları ile ihracat-ithalat fazlası.
Gelir Yöntemi: Üretim, mal ve hizmet üretmek amacıyla üretim faktörlerini bir araya getirmek suretiyle gerçekleştirildiğine göre, üretilen hâsılanın değerine, bu faktörlere emek, sermaye, girişimci ve doğal kaynaklara yapılan ödemeler yoluyla da ulaşılabilir. Dolayısıyla, bu yöntemde üretime katılan faktör sahiplerinin üretimden aldıkları ücretler, faizler, kârlar ve kiraların toplanması suretiyle GSYH’ye ulaşılmasıdır.

Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla Neleri Ölçmez
Ekonominin performansının değerlendirme ölçütü olan reel GSYH hesaplanırken ölçülemeyen faaliyetler de vardır.
Piyasalara yansımayan üretim
Nüfustaki değişmeler
Kayıt dışı iktisadi faaliyet
Boş zaman
Dışsallıklar

İktisadi Büyüme Hızının Hesaplanması
Büyüme hızı, kısa dönem, uzun dönem ve geleceğe ilişkin büyüme hızı olarak hesaplanabilir.
Kısa Dönem
Ekonominin belli bir dönemde ürettiği hasıladaki büyüme nominal veya reel terimlerle ya da hasıla düzeyindeki veya kişi başına hasıladaki artış terimleriyle ölçülebilir. Fakat ekonominin gerçek üretim gücünün hesaplanmasında, nominal değişkenler yerine reel değişkenler kullanılmaktadır. Bu yüzden büyümeyi, reel GSYH’deki artış hızı olarak tanımlayabiliriz. Bir değişkenin herhangi iki dönem arasındaki değişme oranı, bu değişkenin iki dönemdeki değerleri arasındaki farkın, başlangıç dönemindeki değerine bölünmesi ile hesaplanır. Bir yıldan diğer bir yıla büyüme oranı ya da büyüme hızı aşağıdaki formülle hesaplanır.

Bulunan değeri 100 ile çarparak büyüme oranını yüzde cinsinden ifade edebiliriz. Bu oran dönemler arasında ülkenin üretim gücü hakkında bize bilgi sunar.

Uzun Dönem
Reel GSYH’nin az da olsa her yıl belirli bir oranda büyümesi, zaman içerisinde büyümenin katlanması anlamına gelmektedir. Bunun nedeni, büyümenin kümülatif (birikimli) bir süreç olmasıdır. Ekonomi n yıl boyunca g oranında bir büyümeyi sürdürmüşse ve başlangıç yılında reel GSYH’nin yılsonundaki değerini veren formül aşağıdaki gibi olacaktır;


Y0 değerinden başlayıp, her yıl eşit ya da eşit olmayan bir büyümeyle n yılsonunda Yn değerine ulaşan reel GSYH’deki yıllık ortalama büyüme oranı ise şu şekilde hesaplanacaktır;


Ekonomi her yıl sabit bir oranda büyürse (g), üretimin kaç yıl (n) içinde ikiye katlanacağı, 70 sayısı büyüme hızına bölünerek (70/g) hesaplanabilir. Bu hesaplama yöntemine ‘70 kuralı’ denilmektedir. Ancak sabit büyüme hızının % 5’den büyük olduğu durumda, üretimin iki katına çıkma süresi n = 70/g formülü yerine
 n= 72/g formülü kullanılarak daha doğru biçimde hesaplanacaktır.

Geleceğe Yönelik
Geleceğe yönelik büyüme hızı, kalkınma planlarında ve daha çok geleceğe yönelik tahminler yapılırken kullanılır. Bu hesaplama yönteminde büyümeyi belirleyen üç unsur bulunmaktadır.
g = büyüme hızı
k = sermaye/hasıla oranı
s = marjinal tasarruf eğilimi iken büyüme hızı;
g = s/k olarak ifade edilir.
Kişi Başına Düşen Reel GSYH
Bir ekonomideki gerçek büyüme hızını hesaplarken üretimdeki artış hızından nüfustaki değişikliklerin çıkartılması en doğru yol olacaktır. Bunun için kullanılan kavram, reel GSYH’nin ülke nüfusuna bölünmesi ile elde edilen kişi başına düşen reel GSYH kavramıdır.

Satınalma Gücü Paritesine Göre GSYH
Satınalma gücü paritesi (SGP), ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldırarak, farklı para birimlerinin satınalma gücünü etkileyen bir değişim oranıdır. SGP, belirli bir mal ve hizmet sepetinin satın alınabilmesi için gereken ulusal para tutarlarının oranı şeklinde hesaplanmaktadır. Bu oran kullanılarak farklı para birimlerine dönüştürülen harcamalar satın alınan mal ve hizmet hacmindeki farklılıkları yansıtarak, ülkeler arasında gerçek anlamda karşılaştırılabilir veriler sağlamaktadır. İki ülkede aynı tanıma sahip bir ürünün fiyat oranı şeklinde hesaplanır. Örneğin, bir kg dana etinin fiyatı Türkiye’de TL15, ABD’de 20 dolar ise dana eti için
1 ABD dolarının Satınalma Gücü Paritesi;


SGP değerlerinin hesaplanmasında temel yıl OECD tarafından belirlenmekte ve katılımcı ülkelere bildirilmektedir. Belirlenen her temel yıl için 220 madde grubu içindeki yaklaşık 4000 madde fiyatlandırılmaktadır. Fiyatlandırma çalışması yapılacak maddelerin çokluğundan dolayı, fiyatlandırma çalışmaları temel alınan yıldan 2 yıl önce OECD’nin belirlediği takvime göre başlamakta ve temel yılın sonunda tüm çalışmalar bitirilmektedir. Fiyatlandırma ve ağırlıklandırma çalışmaları sonuçlandıktan sonra SGP hesaplamalarına geçilmekte ve temel yıldan iki yıl sonra kesinleşen SGP değerleri OECD tarafından yayınlanmaktadır.

İnsani Gelişme İndeksi
Ülkeler arası sağlıklı refah karşılaştırması yapabilmek için bir ülkede ekonomik ölçütleri geliştirmenin yanı sıra, o ülkenin sosyal refah ölçütlerinin de geliştirilmesi gerekmektedir. Ekonomik açıdan kalkınmış birçok ülkede sosyal sorunların çözülemediğinin görülmesi; iktisadi büyüme ve insani gelişme arasındaki ilişkinin daha iyi kurulması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından her yıl dünya ülkelerine ait İnsani Gelişme Raporu hazırlanmaktadır. Bu raporda ülkeler arasındaki sosyoekonomik gelişmişlik düzeylerini karşılaştırmak için İnsani Gelişme İndeksi (İGİ) adı verilen bir indeks geliştirilmiştir.
Bu indeks; insani gelişmeyi, gelirin yanı sıra eğitim ve sağlığa ilişkin göstergeleri de dikkate alarak ölçmeyi hedeflemektedir.
İnsani Gelişme İndeksi tespit yöntemleri;
    Doğumda yaşam beklentisi
    Yetişkin okuryazarlığı ve birleşik okullaşma oranı
    Satınalma gücü Paritesine göre kişi başına düşen GSYH,

İGİ = 1/3 (Ortalama yaşam beklenti indeksi) + 1/3 (Eğitim indeksi) + 1/3 (GSYH indeksi)
Bu yöntemlerin her biri için maksimum ve minimum değerler belirlenir. İGİ değeri, 0 ile 1 arasında değişmektedir. İndeks değerinin 1’e yaklaşması, insani gelişme performansının iyileştiğini göstermektedir. İnsani Gelişme Raporu’na göre, İGİ bağlamında ülkeler düşük, orta, yüksek ve çok yüksek insani gelişmeye sahip ülkeler olarak kategorilere ayrılır.
    İndeks Puanı 0.900 ve yukarısı: Çok yüksek düzeyde insani gelişmeye sahip olan ülkeler.
    İndeks Puanı 0.800 - 0.899: Yüksek düzeyde insani gelişmeye sahip olan ülkeler.
    İndeks Puanı 0.500 - 0.799: Orta düzeyde insani gelişmeye sahip olan ülkeler.
    İndeks Puanı 0.000 - 0.499: Düşük düzeyde insani gelişmeye sahip olan ülkeler.
1990 yılından bu yana Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından her yıl yayımlanan insani gelişme raporları, iktisadi büyüme ve üretime dayalı göstergelerden farklı olarak, insanların sağlıklı bir yaşam, gelir ve eğitim olanaklarına sahip olup olmadıklarını göstermekte ve ülkeleri de bu çerçevede karşılaştırmaktadır.

İktisadi Büyümenin Özellikleri, Türleri ve Etkileri
İktisadi Büyümenin Özellikleri
İktisadi büyümenin belirgin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz.
    İktisadi büyüme rakamla ifade edilebilen yani kantitatif bir olgudur. Yıllara göre gerek büyüme hızında gerekse GSYH, SMH ve MG’de meydana gelen değişmeler rakamla ifade edilmektedir.
    İktisadi büyüme uzun döneme dayalı bir olgudur. Yatırımların arttırılması, üretim artışının sağlanması ve iktisadi yapının değiştirilmesi ancak uzun dönemde mümkündür.
    İktisadi büyüme nominal değil, reel (gerçek) bir artışı ifade eder. Yani, iktisadi büyümede mevcuda bir ilave söz konusudur.
    İkame yatırımlarının iktisadi büyüme ile ilgisi yoktur. Örneğin, beş katlı eski bir binanın yıkılıp yerine tekrar beş katlı bir binanın inşa edilmesi hâlinde büyümeden bahsedilemez. Burada ikame yatırımı söz konusudur. Eğer yıkılanın yerine on katlı bir bina inşa edilmiş olsa idi ilave beş kat büyümeyi ifade edecekti.
    İktisadi büyümenin gelir dağılımını iyileştirici bir özelliği yoktur. Örneğin millî gelirin % 7 oranında büyümesi durumunda, tüm bireylerin gelirinin de fiilen aynı oranda büyümüş olduğundan bahsedilemez.

o    SMH: GSMH’yi oluşturan mal ve hizmetlerin üretiminde, önceki yıllarda üretilmiş sermaye malları da kullanılır. Zaman içerisinde bu sermaye mallarında aşınma ve yıpranmalar ortaya çıkar ki bunlar üretilen malların değerinin bir parçasıdır. Bu aşınma payını (amortisman) GSMH’den çıkartarak SMH’yi elde ederiz.

İktisadi Büyüme Türleri
İktisadi büyüme türlerini dokuz grupta toplamak mümkündür.
    Spontane Büyüme: Üretim faktörleri kendiliğinden harekete geçmekte ve belli oranda bir büyüme sağlanmaktadır. Devletin ekonomiye müdahalesi asgari düzeydedir.
    Planlı Büyüme: Kıt kaynakların hangi malların üretimine ne oranda tahsis edileceği bir plan dâhilinde yürütülür. Amaç her alanda etkinliğin sağlanması ve verimin arttırılmasıdır. Eğer, plan uygulaması tüm sektörler için zorunlu ise otoriter planlama söz konusudur.
    Kapalı Büyüme: Ülkenin kendi öz kaynaklarına dayanır. Amaç, dışa olan bağımlılığın yok edilmesidir. Kapalı büyümede devlet ekonomiye her bakımdan müdahalede bulunur.
    Açık Büyüme: Bu tür büyümede uluslararası sermaye ve emek önemli bir yer tutmaktadır. Açık büyüme serbest piyasa ekonomisini benimsemiş olan tüm ülkelerde görülmektedir.
    Durgun Büyüme: Bu tür büyümede, millî gelir artış hızı ile nüfus artış hızı birbirine eşit olduğu için kişi başına gelir artış hızı sıfır olmaktadır. Yani artan nüfus artan geliri tamamen emmekte, bu nedenle ekonomi büyümekle birlikte kişi başına gelir artışı gerçekleşmemektedir.
    Üstel Büyüme: Hızı gittikçe artan büyümedir.
    Biyolojik Büyüme: Canlıların büyümesinden esinlenmiştir. Yani, büyüme önce hızlı şekilde devam etmekte, daha sonra yavaşlamaya başlamakta ve bir yerde durmaktadır. Hatta bu noktadan sonra gerileme başlamaktadır.
     Dengeli Büyüme: Bu tür büyümenin en önemli özelliğini sektörler arası karşılıklı bağımlılık oluşturur. Bu bağımlılık hem üretimde hem de tüketimde geçerlidir. Her üretim birimi çıktısına pazar bulmak zorundadır. Dengeli büyümede denge, yatırım malları ile tüketim malları, sanayi malları ile hammaddeler, gıda maddeleri ile giyecek malları, iç talep ile dış talep gibi konularda denge kurulmaya çalışılır. Kaynak israfının önlenmesi için bu dengeler zorunludur.
    Dengesiz Büyüme: Dengeli büyümenin gerçeğe uymadığı düşüncesiyle doğmuştur. Konuya ilk değinen Fransız iktisatçı F.Perroux olmuştur. Perroux, ekonomilerin genellikle eşitsizliklerin, dengesizliklerin ve hiyerarşinin içinde bulunduğunu, bu özelliklerin ortadan kaldırılmaya çalışılması yerine onlardan faydalanma yoluna gidilmesinin çok daha yararlı olacağını ifade etmiştir.

Birleşmiş Milletlerin 1996 yılı İnsani Kalkınma Raporu yukarıda sorgulanan konular paralelinde kaçınılması gereken beş kötü büyüme çeşidini şu şekilde sıralamaktadır:
    İşsiz Büyüme: Ekonomilerde büyüme sağlanmakla birlikte, yeterli istihdam imkânının yaratılamaması nedeniyle işsizlikte artışın görülmesi hâline işsiz büyüme denir.
    Acımasız Büyüme: Bu tür büyüme sürecinde gelir dağılımı düzeltilemediği gibi daha da adaletsiz hâle gelir. Zengin grubun gelirden aldığı pay artarken fakirlik sınırının altına itilen insan sayısı gittikçe artar. Ekonomik anlamda iyileşmenin yaşandığı Latin Amerika ülkeleri gelir dağılımında dünyada adaletsizlikte ilk sıralarda yer almaktadır.
    Sessiz Büyüme: Büyüme sürecinde demokratik iyileşmenin sağlanamaması, bireysel hak ve özgürlüklerin kötüleşmesi sessiz büyüme olarak adlandırılır.
    Köksüz Büyüme: Büyüme sürecinde toplumun örf-âdet, gelenek ve göreneklerinin yozlaşması, diğer bir ifade ile kültürel kimlik kaybının yaşanması hâline köksüz büyüme denir. Birleşmiş Milletler verilerine göre hâlen dünya da 10.000 dolayında ayrı kültür vardır ve bunlar giderek azalmaktadır.
    Geleceksiz Büyüme: İktisadi büyümenin daha çok yenilenemeyen doğal kaynakların tüketilmesi pahasına gerçekleştirilmesidir. Gelecek nesillere bırakılacak doğa unsurlarının yok edilmesi, her türlü kirliliğe büyüme adına göz yumulması, çevrenin hiçe sayılması benzeri birçok kötü örnek son yıllarda çevreci ya da sürdürülebilir büyüme-kalkınma gibi yeni oluşumları gündeme taşımıştır.
Yukarı da sayılan bu endişe verici unsurları taşımayan bir büyüme tanımı içsel büyüme teorisyenleri tarafından yapılmıştır. İyi büyüme olarak takdim edilen bu yaklaşım, insan refahını, diğer bir deyişle beşeri gelişmeyi temel amaç olarak almaktadır.
Bu yaklaşıma göre iyi büyüme;
    İstihdamı teşvik eden,
    Bireye kendi kaderi üzerinde kara verme ve denetleme şansı veren,
    Refah artışını adil biçimde dağıtan,
    Toplumsal iş birliği ve uyumu sağlayan,
    Beşeri gelişmenin geleceğini koruyacak özelliklere sahip olandır.



İktisadi Büyümenin Etkileri
Ekonomide ve toplumda çeşitli etkiler yaratan iktisadi büyüme;
    İlk etki GSYH’nin dağılımı üzerinde görülmektedir. Yani büyümeyle birlikte GSYH içinde tarım sektörünün payı azalırken sanayi sektörünün payı artmaya başlamaktadır.
    Gelişen sanayi sektörüne doğru bir işgücü akımı yaşanmasını sağlamakta, sanayi sektörü ise genellikle kentlerde yoğunlaştığı için kentleşme hareketi de hızlanmaktadır.
    Kentleşme hızlandıkça ve kentli nüfus arttıkça; insanların düşünce, inanç ve davranışlarında önemli değişmeler olmakta, geleneksel davranışlar yerini yeni davranış biçimlerine bırakmaktadır.
    Tarımda çalışan faal nüfus oranını azaltırken sanayide çalışan faal nüfus oranını artırmakta ve faal nüfusun sektörel dağılımı üzerinde de etkili olmaktadır.
    Gelirlerin artmasını sağlamakta ve artan gelirler insanların tüketim kalıplarını değiştirmektedir.
    Ekonomide yeni teknolojilerle donatılmış, bilgi ve becerisi artmış bir üretici sınıfın doğmasına da neden olmaktadır.
    Gelir dağılımı üzerinde de etkili olmaktadır. Büyümeyle birlikte yeni mesleklerin ve kalifiye elemanların geliri artarken geleneksel mesleklerde çalışanların gelirleri azalmaya başlamaktadır.
    Çalışma süreleri üzerinde de etkili olmaktadır. Bu gelişmenin altında yatan ilk neden şüphesiz verimliliğin ve üretimin artmasıdır.
    Yatırımları ve üretimi arttırırken diğer yandan da çevre kirliliği, hava kirliliği, kötü ve çarpık kentleşme, gürültü gibi çeşitli sorunlara da neden olmakta ve bu sorunların yarattığı olumsuzlukların ortadan kaldırılması için yapılan harcamalar giderek artmaktadır.

Sürdürülebilir Büyüme
Sürdürülebilir büyüme, fiyat istikrarının bozulmadığı, ekonomik göstergeler ile makroekonomik dengelerin uyumlu olduğu, potansiyel büyüme seviyesine yakın büyüme oranlarının kalıcı olarak sağlandığı iktisadi büyümeyi ifade eder. Sürdürülebilir ve yüksek bir büyümeyi sağlayabilmek için gerekli unsurlar;
    Makroekonomik istikrar
o    Fiyat istikrarı
o    Sürdürülebilir kamu finansmanı
    Yapısal reformlar
o    Sosyal güvenlik reformu
o    Vergi reformu
o    İş gücü piyasasına yönelik düzenlemeler
o    Eğitim reformu
o    Enerji piyasasına yönelik düzenlemeler
o    Rekabet ortamı
     İyi yönetim
o    Siyasi istikrar
o    Hukukun üstünlüğü
o    Şeffaflık ve hesap verebilirlik
o    Mevzuat ve düzenlemelerin etkinliği
o    Devlet hizmetlerinin kalitesi
o    Yolsuzlukların önlenmesi

Büyüme ve Kalkınma
İktisadi Büyüme ve Kalkınma Ayrımı
İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınma değil yalnızca iktisadi büyüme döngüleri yaşadıkları söylenebilir. İktisadi büyümeden farklı olarak ekonomik kalkınma beş öğeyi bir araya getirmelidir;
    Kendi kendisini sürdürebilen büyüme,
    Üretim kalıplarında yapısal değişim,
    Teknolojik ilerleme,
    Sosyal, politik ve kurumsal modernleşme,
    İnsani koşullarda geniş çaplı iyileştirmeler.
İktisadi büyüme ile iktisadi kalkınma ya da iktisadi gelişme arasındaki farkı en tutarlı şekilde ortaya koyan iktisatçı 1944 yılında Alfred Amonn (1883-1962) olmuştur. Amonn’a göre ülke ekonomisi zamanla iki yönde değişme gösterir.
    Gövdesi ile büyür ve genişler. Örneğin nüfusu artar. İşgücü çoğalır, üretim faktörlerinde artışlar olur.
    Bünye ve çatısı ile değişir. Örneğin millî hasıla içinde tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin payları değişir. İşgücünün bu sektörlere dağılımı farklılaşır.

İktisadi büyüme ve iktisadi kalkınma arasındaki farklılıklar şu şekilde ortaya konabilir.
    Farklılıklardan biri ülkelerin zengin ya da fakir olmalarıdır. Bu ayrıma göre büyüme zengin ülkeler için geçerliyken kalkınma fakir ülkeler için geçerlidir.
    Büyüme veya kalkınmayı harekete geçirecek etkenlerin çıkış noktası birbirinden farklı olabilmektedir. Büyüme genellikle endojen değişkenlerin etkisiyle gerçekleşen bir süreç olarak kabul edilirken kalkınma exojen değişkenlerin uyardığı bir süreç olarak kabul edilir. Ayrıca bu yaklaşım, büyümenin kendiliğinden ortaya çıkan spontane bir durum olduğunu işaret ederken kalkınmanın uyarılma neticesinde olabileceğini kabul etmektedir.
    Ekonomik kalkınma makro bir değişken ve süreçtir. İktisadi büyüme ise hem makro hem de mikro özelliklere sahiptir. Bu bağlamda kalkınmanın daha geniş kapsamlı olup büyümeyi de içerdiği söylenebilir.
    Büyüme, iktisat teorisi, kalkınma ise daha çok iktisat politikası kapsamında yer alır.
    İktisadi büyüme ve kalkınma arasındaki ilişkilerin farklılık boyutu dışında birbirini tamamlama ya da etkileme boyutu da vardır.
o    Endojen Değişken: İçsel değişken olarak ta ifade edilen, değeri modelin içerisinde belirlenip açıklanan değişkendir.
o    Exojen Değişken: Dışsal değişken olarak ta ifade edilen, değeri modele dışarıdan verilen değişkendir.

İktisadi Büyüme, Kalkınma ve Gelir Dağılımı
Gelir dağılımının ölçüsü olarak kullanılan Lorenz Eğrisi, gelir dağılımındaki eşitsizliği grafiksel olarak göstermede kullanılır. Eğrinin dikey ekseninde hane halklarının elde ettikleri gelirin birikimli yüzde payları, yatay ekseninde ise hane halkları nüfusunun birikimli yüzde payları yer alır.
Lorenz eğrisi Gini Katsayısının hesaplanmasında da kullanılmaktadır. OB doğrusu ile Lorenz eğrisi arasında kalan koyu renkli alanın (X) OAB üçgeni içinde kalan alana oranlanması ile Gini katsayısı bulunur.
Gini Katsayısı = X / (X + Y)
Gini katsayısı 0 ile 1 arasında değişmektedir. 0 değeri tam eşitliği, 1 değeri tam eşitsizliği göstermektedir. Gini katsayısının 0,20’nin altında olması düşük eşitsizliği; 0,20 - 0,50 arasında olması orta düzeyde eşitsizliği; 0,50’nin üzerinde olması ise yüksek eşitsizliği ifade eder.

Gini katsayısı: Gelir dağılımı adaletini ölçmede kullanılan bir ölçüdür ve 0 ile 1 arasında değer alır. Gini katsayısının, sıfıra yaklaşması gelir dağılımının daha adil olduğu, bire yaklaşması ise gelir dağılımının adaletsiz olduğu anlamına gelmektedir.





Ünite 2 – İktisadi Büyümenin Kaynakları, Aşamaları ve Sınırları
İktisadi Büyümenin Kaynakları
Bir ekonominin uzun dönemde iktisadi büyümesini belirleyen birçok faktör mevcuttur. Bu faktörleri, temel kaynaklar ve diğer kaynaklar olmak üzere iki kategoride incelemek mümkündür.
Büyümenin temel kaynaklarını:
    İşgücü
    Fiziksel sermaye
    Doğal kaynaklar
    Teknoloji
Büyümenin diğer kaynakları:
    Girişimcilik
    Beşeri sermaye
    Kurumsal yapı
    Hükümet
    Coğrafya ve kültür

Büyümenin Temel Kaynakları
İşgücü
İktisadi büyüme, işgücü miktarına ve işgücünün kalitesine bağlı olarak belirlenir. Bir ülkedeki işgücü arzı, çalışabilir yaştaki nüfusun büyüklüğüne bağlıdır. Nüfus hem nicelik hem de nitelik olarak ekonomi üzerinde dönüştürücü etkilere sahip olduğu gibi, bir geri besleme ile ekonomideki dönüşümler de nüfus yapısını etkilemektedir.
Nüfus artışına bağlı olarak ortaya çıkan işgücü artışı, emeğin marjinal verimliliğini, ortalama verimlilikten daha hızlı artırdığı sürece; yani azalan verimler kanunu işlemeye başlayıncaya kadar ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkileyecektir. Ancak azalan verimler yasasının işlemeye başladığı andan itibaren meydana gelecek işgücü artışı, üretim artışına yol açmayacak ve dolayısıyla iktisadi büyümeyi olumsuz etkileyecektir.
o    Azalan verimler kanunu: Diğer üretim faktörleri miktarı sabitken bir üretim faktörünün üretimde kullanılan miktarının artırılması durumunda her ilave birimin sağladığı ürün miktarının azaldığı durumu ifade eder.

Fiziksel Sermaye
Üretimin artmasına büyük katkısı olan aletler, makineler, sanayi gereçleri, fabrika ve donanım; fiziki sermayenin değişik biçimlerini oluştururlar. Sermaye birikimi, mevcut gelirin bir kısmının tasarruf edilip yatırıma dönüştürülmesiyle gelecekteki üretim ve geliri artırmak amacıyla gerçekleştirilir. Mal ve hizmetlerin üretimi, sermaye ve işgücünün bir araya getirilmesini gerektirmektedir. Bir ülkede fazla sayıda işgücüne karşılık, yetersiz düzeyde fiziki sermaye mevcutsa işgücünün çok fazla üretken olmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bu nedenle sermaye, büyüme arzusunda olan bir ekonominin en kritik kaynağını oluşturmaktadır. Sermaye birikimindeki yetersizlik, yeni yatırımların yapılmasıyla giderilebilir. Bu ise kaynakların yeni yatırımlara ayrılmasını gerektirmektedir. Yani tüketimin azaltılarak daha çok kaynağın yatırıma yönlendirilmesi gerekmektedir.
Benzer şekilde, insan kaynaklarına yapılan ve işgücünün niteliğini artıran yatırımlar, beşeri sermaye yatırımları olarak adlandırılır. Bu durum, işgücü miktarındaki artış sonucunda meydana gelecek üretim artışına eşdeğer oranda, belki de daha fazla bir üretim artışı sağlayabilecektir. Okulda verilen eğitim, mesleki yetiştirme programları, yetişkinlere yönelik kurslar ve diğer çeşit resmi olmayan eğitim yatırımları, insan becerilerini ve kaynaklarını geliştirmede; binalara, donanıma, kitaplara, kişisel bilgisayarlara, bilim malzemesine ya da mesleki araçlara yapılan yatırımlar doğrudan yatırımlar kadar etkili olabilir.
Sosyal sabit sermaye yatırımları:
    Yol
    Su
    Elektrik
    Kanalizasyon
    İletişim vs. gibi alanlara yapılan yatırımlar

Doğal Kaynaklar
Doğal kaynaklar, doğada bulunan ve insan gereksinimlerini karşılayacak bir şekilde kullanılabilen veya kullanılmaya hazır olan varlıkların bütününü ifade eder. Diğer bir ifadeyle, insandan başka doğada bulunan tüm varlıklar doğal kaynaklar olarak adlandırılmaktadır. Bunlar; toprak, su, madenler, orman ve hayvan varlıklarıdır. Doğal kaynaklar, yaşıyor-yaşamıyor, yenilenebilir-yenilenemez olmak üzere çeşitli ayrımlara tabi tutulmaktadır. Yaşıyor doğal kaynaklara hayvanlar ve ormanlar örnek verilirken, fosil yakıtlar ve mineraller yaşamıyor doğal kaynaklara örnek olarak verilebilir.
Toprak, su, hava ve orman yenilenebilir kaynaklara örnek oluştururken
petrol yatakları, doğal gaz, kömür, nikel, demir ve diğer madenler ise yenilenemez kaynakları oluşturan diğer örneklerdir.
Bir ekonomide doğal kaynakların bol olması ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkileyebilir ancak doğal kaynaklar tek başına büyümeyi gerçekleştiremez. Örneğin, Arjantin ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerden bazıları oldukça zengin doğal kaynaklara sahip olmalarına karşın, bu kaynakların mal ve hizmet üretiminde kullanılması konusunda çok fazla başarılı olamamışlardır.

Teknoloji
İktisadi büyümenin temel dinamiklerinden birini ve belki de en önemlisini teknoloji oluşturmaktadır. Teknoloji, bir mal veya hizmetin üretimi için gerekli bilgi, organizasyon ve tekniklerin bütünü olarak tanımlanabilir. Teknolojik gelişme,
i)    Daha büyük miktarlarda çıktının elde edilmesine veya
ii)    Belli bir kaynaktan daha üstün kaliteli mal veya hizmetin üretilmesine olanak sağlayan çeşitli bilgilerin ortaya çıkması şeklinde de tanımlanabilir.
İktisatçılar, teknolojik gelişmeyi sanayi devrimiyle birlikte yeni buluşların hız kazanması üzerine incelemeye almışlar ve iktisadi büyüme üzerine etkisine dikkat çekmişlerdir. İktisat kuramında teknolojik gelişmenin içselleştirilmesine yönelik çabaların çıkış noktası Schumpeter olmuştur. Yenilikler ve bunların kalkınma süreçlerine etkisi konusu, Schumpeter’le birlikte ekonomik kalkınma kuramları içinde çok önemli bir yere sahip hâle gelmiştir. Marx ve Schumpeter, yeniliklerin kapitalist ekonomide rekabetçi üstünlüğün başında yer aldığını ifade etmişler ve teknolojik gelişmenin kalkınma süreçlerine olan etkisini ele alan öncüleri olmuşlardır.
Schumpeter’e göre, teknik yenilikler ekonomide birkaç yıl içinde sona erecek bir canlanma yaratırlar. Arkadan duraklama ve bunalım gelir. Bu nedenle, eski dengeyi bozmada ve yenisini kurmada yenilikler ana faktördür.

Büyümenin Diğer Kaynakları
Girişimcilik
Girişimciler yeni ürünler, yeni hizmetler, teknolojik süreçler ve yeni üretim yöntemleri geliştirmeleri ve uygulamaları nedeniyle, bir ekonominin sağlıklı ve dinamik bir yapıya bürünmesinde önemli işleve sahiptirler. Buna karşın, konuyla ilgilenen birçok bilim adamı, girişimciliğin en kıt faktör olduğunu düşünürler.
Beşeri Sermaye
Bir ülkenin beşeri sermaye yönünden zenginliği, işgücünün verimliliğini artıracak eğitim düzeyi, yetenek, sağlık, beslenme gibi faktörlere bağlıdır. Daha iyi eğitilen, beslenen, sağlıklı ve yetenekli işgücünün daha verimli olmasının yanında geniş bir sermaye birikimi oluşturacaktır. Dolayısıyla eğitim ve sağlık beşeri sermayenin nitelik olarak gelişiminde rol oynayan başlıca iki önemli faktördür. Genel olarak eğitimin, üretim sürecini iki yoldan etkilediği kabul edilmektedir. Bunların ilki, örgün ve yaygın eğitimden oluşan formel eğitim, ikincisi ise hizmet öncesi, hizmet içi ve işbaşı eğitimi kapsayan işyerinde eğitimdir. Eğitim imkânlarının genişletilmesi, işgücünün yalnızca kendi verimliliğini artırmakla kalmaz, ayrıca birlikte çalıştığı kişilerin verimliliklerine de olumlu yansıyarak toplam verimliliği artırır. Ayrıca, işgücü niteliğini geliştirmek için bilimsel araştırma tekniklerinin geliştirilmesi ve öğretilmesi işletmelerde verimlilik artışına yol açmaktadır.
Kurumsal Yapı
Bir ülkenin kültürü, sosyal ve dinsel davranışları, özel ve kamusal gelenekleri, siyasal ortamı, ulusal ve uluslararası gelenekleri ve bunlar arasında yürütülen ilişkiler ağı bir ülkenin kurumsal yapısını oluşturur
Hükümet
Makroekonomik istikrarın sağlanması yanında siyasal istikrarın sağlanması konusunda hükümete önemli görevler düşer. Türkiye ve gelişmekte olan birçok ülke örneğinde görüldüğü gibi, aşırı enşasyon, ekonomik durgunluk ve kriz gibi ekonomik rahatsızlıklar girişimcilerin yatırım kararlarını olumsuz etkilemektedir. Bir ekonomide yaşanan siyasal istikrarsızlık durumu da ekonominin büyümesine zarar veren bir diğer faktördür. Gerek hükümet istikrarsızlıkları gerekse iç ve dış güvenlik sorunlarından kaynaklanan durumlarda, girişimciler ve tasarruf sahipleri kaynaklarını yatırım yapmak için kullanmak istemeyeceklerdir. Hükümetlerin bir ülkedeki en önemli görevi siyasal ve yasal çerçeveyi oluşturmaktı r. Bu çerçeve, ekonomik olarak daha verimli bir şekilde çalışmayı, tasarrufu, yatırımı ve yararlı bilgi ve beceriler kazanmayı teşvik edecek şekilde oluşturulabilir.
Bu bağlamda, sözleşmelerin güvenliği ve güçlendirilmesi, kanun ve düzen, güvenli bir para, yerleşme hakkı gibi temel haklar ve iyi tanımlanmış mülkiyet hakkı gibi çok sayıda alanda bir çerçeve oluşturulabilir. Hükümetlerin altyapı sağlamak gibi rolleri de vardır.
Hükümetin bir diğer rolü, beşeri sermayenin artırılması için eğitim ve sağlık alanında yapacağı yatırımlardır.
Büyüme ve yoksulluk arasındaki ilişkiden dolayı, hükümetin önemli bir rolü ortaya çıkmaktadır.

İktisadi Büyümenin Aşamaları (Rostow)
19. yüzyıl boyunca Batı ülkeleri hızlı bir sanayileşme süreciyle birlikte başarılı bir büyüme süreci yaşamışlardır. Walt W. Rostow 1960 yılında yazdığı “İktisadi Büyümenin Aşamaları” adlı kitabında batı ülkelerinin yaşadıkları deneyimlere bakarak en sanayileşmiş ülkenin gelişmişlik düzeyine ulaşmak için, belli aşamalardan geçeceğini ileri sürmüştür. Bu aşamalar sırasıyla şöyledir:
    Geleneksel Toplum Aşaması
    Kalkışa Hazırlık Aşaması
    Kalkış Aşaması
    Olgunluk Aşaması
    Kitle Tüketim Aşaması

Geleneksel Toplum Aşaması
Bu aşamada tarımın ekonomide önemli bir ağırlığı vardır. Kaynakların büyük bir kısmı tarıma ayrılır ve çalışan nüfusun % 75 veya daha fazlası tarım sektöründe çalışır. Toprakların büyük bir bölümü küçük bir azınlıkta toplanmıştır. İş bölümü çok sınırlıdır. Tarım sektörü hava koşullarının etkisinde olduğu için, üretimde büyük dalgalanmalar olmakta ve bu durum ekonominin bütününü etkilemektedir. Kurumsal altyapı istenilen seviyede değildir. Tüm bu koşulların doğal bir sonucu olarak ekonomi, düşük gelir düzeyinde olup durgun bir görünüm arz eder. Kişi başına gelir düzeyinin tavan olması, geleneksel toplumun temel özelliğidir. Düşük gelir nedeniyle hemen hemen hiç tasarruf yapılamamaktadır. Tasarruf yapan kesimler ise bunu sosyal verimliliği çok düşük alanlara kaydırarak ekonominin durgun yapısının sürüp gitmesine neden olmaktadırlar.
Geçmişteki Çin Hanedanlıkları, Orta Doğu Uygarlıkları, Akdeniz ve Orta Çağ medeniyetleri, geleneksel toplum döneminin örneklerini oluşturur.

Kalkışa Hazırlık Aşaması
Bu aşama feodalizm ve kalkış (take-off) arasındaki aşamayı içerir. İktisadi büyüme ve kalkınmaya başlayabilmek için gerekli ön koşulların hazırlandığı dönemdir. İngiltere başta olmak üzere Batı Avrupa ülkeleri kalkışa hazırlık dönemini 17. yüzyılın sonları ile 18. yüzyılın başlarında tamamlamışlardır. Sermaye birikiminin hızlanması, altyapının oluşturulmaya başlaması, teknik yeniliklerin artması ve bu yeniliklerin uygulamaya konması, tarımda ve sanayide verimin yükselmesi, tarım önemini kaybederken sanayi sektörünün gelişmeye başlaması, bu aşamanın başlıca ekonomik özellikleridir. Bu aşamada iktisadi büyümeyi garanti altına alacak şekilde yatırımlar ulusal gelirin en az % 10’una yükselir. Ayrıca sermayeyi harekete geçirmek için bankalar ve diğer kurumlar kurulur, iç ve dış ticaret genişler.
Kalkışa hazırlık aşamasında pek çok iktisadi ve sosyal değişimler görülmekle beraber asıl değişme siyasal bünyede ortaya çıkmaktadır. Eski mahalli çıkarlara, sömürgeci güçlere veya her ikisine birden karşı olan ve milliyetçi ruha sahip bir merkezi ulusal devletin kurulması bu aşamanın en önemli yönüdür. Bu aşamada ayrıca belli ölçüde eğitim artar, özel ve devlet sektöründe yeni girişimci tipleri ortaya çıkar.

Kalkış Aşaması
Bu aşama kalkınma sürecinin süreklilik göstermeye başladığı dönemdir. Kalkınma aşamasında bir önceki aşamada kurulmasına başlanılan modern teknolojik ve kurumsal yapı uygulamaya dönüşür.
Bu aşamada kişi başına gelirin yeterince artırılması için, tasarruflar ve yatırımlar ulusal gelirin % 5’inden
% 10’un üzerine veya daha fazlasına çıkar. Bu aşamada öncü büyüme sektörlerinin kurulması önemlidir. Ayrıca bu aşamada yeni sanayi kolları hızlı bir şekilde gelişir ve bunların meydana getirdiği hasılanın büyük bir kısmı yeniden yatırıma aktarılır. Yeni girişimciler sınıfı ortaya çıkar ve özel sektör gittikçe büyür. İktisadi faaliyetlerde daha evvel kullanılmayan doğal kaynaklar ve üretim yöntemleri kullanılmasına başlanır. Bu dönemde ayrıca tarımda teknolojik gelişmeler ve yeni üretim yöntemleri gelişir.

Rostow’a göre kalkışın başarılı olabilmesi için, ekonomide kendini besleyen bir sürecin ortaya çıkması gerekir. Rostow, bu aşamada üç temel koşulun gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtmektedir:
    Yatırımlar ulusal gelirin % 5’ler, % 10’lar ve hatta daha yüksek seviyeye çıkarılması,
    Yüksek bir hızla gelişen bir ya da birkaç temel imalat sanayinin kurulması
    Modern sektördeki gelişme eğilimlerine uygun ve kalkışın ekonomik girişimlerin dışında yaratabileceği dışsal tasarrufları etkin bir biçimde kullanacak ve gelişmeye süreklilik kazandıracak siyasal, sosyal ve kurumsal bir yapının var olması ya da hızla kurulması.


Rostow, birçok ülke için kalkış tarihlerini tahmin etmiştir. Bu tarihler:

Olgunluk Aşaması
Kalkış döneminin sona ermesinden 40 yıl sonra olgunluk aşamasına ulaşılır. Rostow bu aşamayı toplumun kaynaklarının büyük bir bölümünün modern teknolojilerin yer aldığı alanlarda etkin bir şekilde kullanıldığı dönem olarak tanımlar. Bu aşamada ulusal gelirin % 10-20’si kadarı devamlı bir şekilde yatırımlara gider. Kişi başına düşen gelir artar, yeni öncü sektörler eskilerinin yerini alır ve yeni sanayi kolları yükselirken eskileri önemi kaybeder. Uluslararası ticaret önemli hâle gelir. Daha önce ithal edilen mallar üretilir, yeni ithal ihtiyaçlar artar ve bu ihtiyaçları karşılamak için ihracat artar. Ayrıca bu aşamada ekonominin alanı daha geniş sanayi alanlarını içerecek şekilde genişler. Örneğin demir, kömür ve ağır makine sanayinden makine ve aletlere, kimyasal ve elektrikli teçhizata doğru bir yer değiştirme görülür. İngiltere, Amerika, Almanya, Fransa ve 1929 yılından sonra olgunluğa doğru ikinci bir hamle yapan Rusya gibi ülkelerde bu durum yaşanmıştır. İsveç’te ise 1890 yılından sonra aynı rolü keresteden selüloz ve kâğıt sanayisine, maden cevherinden yüksek kaliteli çeliğe ve madeni ürünlere geçiş oynamıştır.
Bu aşamada ekonomi herhangi bir şeyi değil, arzu edileni üretecek girişim ve kabiliyete ulaşır. Bu dönemde, işgücünün dağılımında iyileşme, kent nüfusu büyümesi, beyaz yakalı işçilerin oranında bir artış, sanayideki liderliğin girişimcilikten yöneticiliğe kayması gibi, toplumsal yapıdaki değişmeler sanayi yapısındaki değişimlere eşlik eder.
Kitle Tüketimi Aşaması
Kitlesel tüketim aşaması, her ulusun olgunluk aşamasından sonra ulaştığı aşamadır. Bu aşamada toplum artık modern teknolojinin gelişmesini bir hedef olarak almaktan vazgeçmiştir. Bu aşamaya ulaşan toplumlarda dayanıklı tüketim malları üreten sektörler ile hizmetler sektörü gittikçe gelişen ekonominin başlıca sektörleri durumuna gelmişlerdir. Dikiş makinesi, bisiklet, çeşitli elektrikli alet ve makineler ve otomobil gibi malların üretim ve tüketiminde büyük artışlar görülür. Artan gelirler bu tür mallara olan talebi artırdığı için, bunların üretimi hızlanırken alışılmış yiyecek ve giyecek mallarına olan talep nispi olarak azalmaya başlar. İşgücünün gerek toplamda gerekse kentsel nüfustaki payında büyük artışlar gerçekleşir. Çalışanlar içinde vasıflı işgücünün payı artar.
Kitle tüketim aşamasında dış kuvvet ve nüfuz kazanmak için kaynakların önemli bir kısmı askeri ve diplomatik alana harcanır. Ayrıca bu aşamadaki devlet refah devleti olarak tanımlanır. Bu bağlamda, artan oranlı vergiler yoluyla gelirin yeniden dağıtımı da dahil olmak üzere, devletin elindeki güçler serbest piyasa düzeninde sağlanamayan beşeri ve sosyal hedeflere ulaşmak için kullanılır.
Amerikan toplumu bu aşamaya 1913 yılında Henry Ford’un seri otomobil üretimine başlamasıyla girmiştir.
Batı Avrupa ve Japonya ise bu döneme 1950’lerde girmişlerdir.

İktisadi Büyümenin Sınırları
Roma Kulübü’nün 1972 yılında “Büyüme’nin Sınırları” başlıklı raporunda nüfus artışı ve ekonomik gelişme azalmadıkça, doğal kaynaklar, içilebilir su ve temiz hava ihtiyacını dünyanın sağlayamayacağı ileri sürülmüştür. Rapor, büyümenin doğal çevre üzerinde yol açtığı tahribata dikkatlerin çekilmesi açısından ciddi bir uyarı niteliği taşımaktadır. Rapor çevre sorunlarına karşı ortak bir platformda hareket edilmesi konusunda bir uzlaşının göstergesi olmuştur. Bu rapordan sonra 1978 yılında “Dönüm Noktasındaki İnsanlık” adlı ikinci rapor hazırlanmıştır. Bu raporda, sanayileşmenin gelişmiş ülkelerde durdurularak gelişmekte olan ülkelerde hızlandırılması öngörülmüştür. “Amerika Birleşik Devletler Başkanına Küresel 2000 Raporu”nda ise nüfus ve kişi başına düşen tüketimin artmasının 2000’li yıllarda ciddi kaynak kıtlığına yol açacağı savunulmuştur. Ayrıca sera gazı ya da küresel nükleer riskler gibi düşük olasılıklı ama aşırı tehlike arz eden olaylara karşı dünyanın daha savunmasız hale geleceği ileri sürülmüştür.

Nüfus Baskısı
Sanayi Devrimi’nden günümüze dünya nüfusu giderek artmıştır. Bu artış dünyadaki ölüm oranındaki azalma ve doğum oranındaki artış sonucunda gerçekleşmiştir. Ölüm oranlarının azalması tıptaki ilerlemeler ve gıda üretiminde meydana gelen artışlardan kaynaklanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası ölüm oranlarının hızla düşmeye devam etmesiyle dünyada nüfus patlaması gerçekleşmiştir. Buna karşılık aynı dönemde gelişmiş ülkelerde doğum oranlarında azalma görülmesi, nüfus artışını yavaşlatmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde ise doğum oranlarının yüksek olmasına bağlı olarak nüfus artışı düşmemiştir.
Bugün dünya nüfusu 7 milyarı aşmıştır. 2050 yılında bu sayının 10,5 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Dünya nüfusundaki artış dünya kaynaklarına olan talebi de yoğunlaştırmaktadır. Bunun yanında ekonomik kalkınmanın giderek daha fazla ülkeye yayılması yaşam standartlarını yükseltmekte ve insanların daha fazla gelire ulaşmaları daha fazla kaynak tüketimine neden olmaktadır. Bu yüzden dünyada sadece daha fazla insanın varlığı değil, aynı zamanda bu insanların daha fazla tüketimde bulunmaları da kaynaklar üzerinde ikinci bir baskı oluşturmaktadır. Nüfus baskısı kirlilik ile mücadele konusunda da kendini göstermektedir.

Çevre Kirliliği ve Kaynakların Tükenmesi
Çevre ile ekonomik faaliyet arasındaki ilişki, 18. yüzyıldan itibaren iktisatçıların ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu ilişki çerçevesinde tarımsal ürünler ve tarım arazileri bakımından iktisadi büyümenin sınırları olması gerektiğini ilk savunanlar klasik iktisatçılardan Malthus ve Ricardo olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan kalkınma girişimleri birçok ülkeyi ekonomik bakımdan gelişmiş-gelişmemiş statüsüne sokarken aynı zamanda dünya içinde tehdit oluşturacak birçok çevresel sorun üretmiştir. Başlangıçta kalkınma adına mazur görülen bu sorunlar yerel olmaktan çıkıp giderek bölgesel ve daha sonra da küresel hâle gelmiş ve bu durum kalkınma ve doğa arasında denge arayışlarını da beraberinde getirmiştir. “Sürdürülebilir Kalkınma” olgusu bu arayışların bir ürünü olarak karşımıza çıkmış ve ilk kez 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunun raporunda dile getirilmiştir.
Gelişmekte olan ülkeler sürdürülebilir kalkınmayı yoksulluğun azaltılması, pazara erişimin kolaylaştırılması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi gibi daha çok sosyal kalkınma içerikli bir gündeme oturtmaya çalışmaktadırlar. Gelişmiş ülkeler ise konuyu daha çok çevrenin korunması ve temiz bir çevre içinde refahın sürdürülebilirliği sorunu olarak görmektedirler.
o    Sürdürülebilir Kalkınma: Gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın, bugünkü kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmesidir.

Küresel ısınmada insan faktörünün etkili olması, bunu önlemenin de insanların elinde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, küresel ısınmasının olumsuz etkilerinin küresel anlaşmalar yoluyla azaltılması amaçlanmış ve “Birleşmiş Milletler” gibi uluslararası örgütler bu konuda çaba göstermeye başlamışlardır. Bu çabaların ilki, 1992 yılında Rio de Janerio’da gerçekleştirilen Dünya Zirvesi sırasında kabul edilen
“Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi” (UNFCC) olmuştur. 1994 yılında yürürlüğe giren bu sözleşmenin ardından 1997 yılında daha bağlayıcı hükümler içeren “Kyoto Protokolü” imzaya açılmıştır. Kyoto Protokolünde, “atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamak” amaçlanmıştır. Anlaşma 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye için yürürlük tarihi ise 26 Ağustos 2009’dur.

Büyümenin Sınırları Tezine Karşı Görüşler
Büyümenin sınırları olduğu tezi, birçok iktisatçının farklı görüşleriyle çürütülmeye çalışılmaktadır. İlk olarak sabit teknoloji ve sabit kaynaklar varsayımı çerçevesinde büyümenin mutlak sınırı ile ilgili bir takım ilişkiler kurmak doğru değildir. Buna göre, kaynaklar değişirken teknoloji de sürekli değişmektedir. Teknolojik değişim sonucunda kullanılan yenilikler, bütün girdilerin veya kaynakların birim hasıla başına daha az kullanılmasına neden olmaktadır. Bu yüzden teknolojiyi problemin bir parçası olarak değil, çözümü olarak görmek daha doğrudur. Burada problem, çok sayıda insanın mevcut teknolojiler ile üretim ve tüketim düzeylerini sürdürmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak gözden kaçırılamayacak bir husus, teknolojik gelişmelerin birçok engel ve sorunun aşılmasına katkı sağlamasıyla birlikte, başarıların otomatik bir şekilde anında gerçekleştirilememesidir. Yani teknolojiye kaynaklık eden bilgi, keşif ve buluşların yapılması ile bunların problemleri çözmek için pratiğe dökülmesi arasında bir gecikmenin ortaya çıkabilmesidir.
Temel problem, desteklenen tarımsal üretimin daha fazla nasıl üretileceği değil, nasıl azaltılacağı olmuştur
Büyümenin sınırları yaklaşımında ikinci problem, kıtlıkla mücadelede piyasa ve diğer sosyal mekanizmaların ihmal edilmesidir. Dünyada 1970’li yıllarda meydana gelen petrol krizinde sadece bilimsel çalışmalarda değil aynı zamanda medyada da enerji krizi ve dünya petrol arzının tükeneceği vurgulanmıştı.
Büyümenin sınırları ile ilişkin üçüncü problem, büyümenin şimdikinden çok daha karamsar bir tabloyla karşılaşılacağının varsayılmasıdır. Örneğin daha fazla dumanlı fabrikalar, daha çok kirleten otomobiller, daha çok ayaküstü (fast-food) tarzı lokantaların ortaya çıkacak olmasıdır. Oysa dumanlı fabrikaların yerini gelecekte daha az kirleten dumansız fabrikalar alabilir.
Buna bağlı olarak dördüncü problem, büyüme ile artan refah ve verimliliğin, toplumun çevreyi koruma önlemleri alma kapasitesinin genişletildiğinin göz ardı edilmesidir. Kaynakların aşırı tüketiminin ve sera gazları oluşumunun çevresel tahribat sürecini hızlandırdığı fikri “Çevresel Kuznets Eğrisi” (ÇKE) adı verilen bir hipotezle çürütülmeye çalışılmıştır.


Çevresel Kuznets Eğrisi Hipotezi: Bir ülke zenginleştikçe çevresel bozulmanın artacağını, ancak belli bir gelir düzeyine ulaşıldıktan sonra gelirdeki artışın çevre kalitesine olumlu katkıda bulunacağını ifade eder.


ÇKE hipotezine göre, gelirdeki artışla önce artan sonra azalan çevresel bozulma, ters U-biçimli bir eğri oluşturmaktadır. Bu yaklaşım, ekonomik büyümenin çevre kalitesi üzerinde 3 farklı etkisinin bulunduğunu ileri sürmektedir. Bu etkiler;
    Ölçek etkisi
    Bileşim etkisi
    Teknik etki

Ölçek etkisi: Ekonomik büyümenin çevre üzerinde oluşturduğu negatif etki, ölçek etkisidir.
Bileşim etkisi: Gelir arttıkça ekonomik yapının değişmesini ve daha az kirlilik üreten faaliyetlerin ağırlığının artmasını ifade eder. Örneğin, enerji yoğun sanayiden hizmetlerin ve bilgiye dayalı teknolojinin yoğun olduğu sanayiye geçilmesi, çevresel bozulmayı azaltmaktadır.
Teknik etki: Zenginleşen bir ülke Ar-Ge faaliyetlerine daha çok kaynak ayırmasıyla, ekonomik büyümeyle birlikte teknolojik gelişim de sağlanacak ve kirli teknolojiler yerini daha temiz, daha yeni teknolojilere bırakacaktır. Bu da ekonomik büyümenin neden olduğu teknik etkidir.
Ünite 3 – Geleneksel Büyüme Teorileri
Klasik Büyüme Teorisi
Klasik iktisat görüşünün temellerini Fizyokratların görüşleri, sanayileşme ve teknolojik gelişme oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Fizyokratların görüşleri özellikle klasik iktisadın ortaya çıkmasında ve oluşmasında öncülük etmiştir. Daha sonra ise liberal ekonomi düşüncesinin yaygınlaşması ile birlikte fizyokratların görüşleri ve toprağın ve tarımsal üretimin ekonomik değer yaratma ve üretim açısından önemini kaybetmiştir. Sanayileşme ile başlayan değişim ve görünmez el fiyatın önemi, devlet ve kurumların işlevleri, rekabet, mülkiyet gibi piyasa ekonomilerinin önemini vurgulayan klasik iktisat teorisi 18. yüzyılda önemli olmaya başlamıştır. Bu bağlamda klasik iktisat teorisi büyüme iktisadı olarak da kabul edilen ve iktisadi büyüme konusunda da öncü teoridir. Klasik büyüme teorisini oluşturan görüşler ise özellikle
Adam Smith (1723-1790), Thomas Malthus (1776-1834) ve David Ricardo (1772-1823)’nun görüşlerine dayalı teorilerdir.

Adam Smith (1723-1790)
Adam Smith, iktisat biliminin babası olarak bilinen ve iktisadi büyüme konusunu analiz eden
ilk iktisatçılardandır. 1776 yılında yazmış olduğu Milletlerin Zenginliğinin Doğası ve Nedenleri Üzerine Bir Değerlendirme adlı eseri bilimsel iktisat kitabı olarak çok önemli bir eser olarak kabul edilmektedir. Smith, büyüme konusundaki görüşlerini ve ortaya koyduğu teorilerini ise Milletlerin Zenginliği eserine dayalı olarak açıklamıştır. Smith ekonomik büyümeyi açıklarken kullandığı en önemli faktörler:
    Sermaye birikimi
    İş bölümü
    Uzmanlaşmadır.
Uluslararası ticaret, nüfus artışı, kurumlar ve görünmez el fiyat ile ilgili görüşleri ise büyümeyi açıklayan diğer faktörlerdir. Ayrıca, büyümenin kurumsal unsurlarına yönelik düşüncesinde ise özellikle iktisadi liberalizmi savunmuştur. Kişisel çıkarın önemli olduğu bir piyasada görünmez el olan fiyatın toplumun çıkarlarını en üst noktaya çıkarabildiği için hükûmetlerin piyasaya müdahale etmemelerini vurgulamıştır. Bu bağlamda Smith’e göre hükûmetler, ancak iki görevi yapmakla sorumludurlar.
Birincisi savunma, adalet, eğitim işlerini yürütmek.
İkincisi ise pazarı genişleten ve iş bölümü, uzmanlaşmayı destekleyen köprüler, yollar, limanlar, su kanalları gibi altyapı yatırımlarını inşa etmektir. Smith’in büyümenin kurumsal unsurları konusunda üzerinde durduğu diğer önemli konu ise dış ticarettir. Smith’e göre, dış ticaret pazarı büyüterek, iş bölümünü artırarak büyümeyi artırmaktadır.
Mal ve hizmet üretmenin ve zenginliğin yollarını araştıran Smith, iktisadi büyümenin üretim faktörleri içinde, topraktan çok sermaye birikimi, işgücü verimliliği ve iş bölümü ile gerçekleşeceğini vurgulamaktadır. Smith
iş bölümünü, aynı firmada bir malın farklı kısımlarının işçiler tarafından üretilmesi ve farklı malların farklı firmalar tarafından üretilmesi şeklinde tanımlamaktadır.
A,Smith, Milletlerin Zenginliği kitabında işbölümünü toplu iğne örneğiyle açıklamıştır.
İş bölümü ile emeğin verimliliğinin artmasına ve işçi başına üretim miktarının artmasına bağlı olarak ortaya çıkan üretim artışında üç ayrı neden vardır.
Birincisi, her işçinin sadece tek bir iş ve üretim üstünde uğraşması ve yoğunlaşması nedeniyle el becerisinin ve yatkınlığının artmasına neden olur.
İkinci neden ise işçinin çalıştığı işten başka bir işe geçtiğinde kaybettiği zamanını tasarruf ederek elde ettiği fayda üretimi olumlu etkilemektedir.
Üçüncü neden ise işçinin işi daha kolaylaştırıp kısaltarak, verimini artıracak makineleri ve çeşitli aletleri geliştirmesi sonucunda teknolojik ilerlemeye de katkıda bulunmalarıdır.
Smith’e göre toplumların zenginleşmesinin kökeninde iş bölümü, iş bölümünün kökeninde mübadele etme eğilimi, mübadele etme eğilimininin nedeni ise bireysel çıkardır.
Smith’in büyüme teorisinde, sermaye birikimi, işbölümü, uzmanlaşma ve uluslararası ticaret çok önemli faktörlerdir. Sermaye birikimi, hasıla artışı, piyasa genişliği işbölümü ve uzmanlaşmayı da etkileyerek zenginliğin sürekli artışına neden olurken ayrıca, ücretlerin artışını da etkileyen bir faktördür. Smith’e göre, ücretlerin yükselmesi, emeğin ödüllendirilmesi olup, işçilerin daha çok ve verimli çalışmasını sağlayarak, ayrıca onların daha sağlıklı ve daha iyi beslenmesini de sağlayarak, nüfus artışını ve dolayısıyla işgücü arzını da olumlu
yönde etkileyecektir. Fakat ücretler sürekli bu şekilde artmayacaktır. Nüfus ve iş gücü arzının artması etkisiyle ücretler düşecektir. Ayrıca sermaye birikiminin artması sonucunda işçinin verimliliğinin artmasıyla işçiye olan talep azaldığı için, ücretlerin düşmesi ve nüfus artışı da azalacaktır.
A. Smith, doğal kaynakları ve toprağı üretim aşamasında doğada hazır olarak bulunan önemli bir üretim faktörü olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda, ekonomik büyümede ülkelerin sahip oldukları toprağın doğal kaynakların ve iklimin sınırları önemlidir.



Tam Zenginlik Aşaması
Büyümenin ulaşabileceği en üst sınır olup büyüme ve zenginliğin değişmediği bir durağan durum düzeyidir. Sermaye, işbölümü ve uzmanlaşma sonucunda sürekli hasıla artışı sonucu kendi kendini besleyen büyüme, doğal kaynaklar ve iklimin sınırları ölçüsünde gerçekleşip sınırsız bir olgu olmayıp tam zenginlik aşamasında durur.



Thomas R. Malthus (1776-1834)
Malthus’un 1798 yılında yayımlanan Nüfusun Prensipleri Üzerine Bir Deneme başlıklı eserinde büyüme ile ilgili düşünceleri ile nüfus ve hasıla artışları arasındaki ilişkiler üzerinedir. Malthus’a göre, nüfus artış hızı kontrol altına alınmaz ve kendi hâline bırakıldığında geometrik hızla 1, 2, 4, 8, 16 şeklinde artmaya devam ederken gıda maddelerinin üretim artışı ise aritmetik bir hızla; 1, 2, 3, 4, 5 şeklinde artacağı için bu iki artış arasındaki fark giderek uyumsuzlaşarak, büyümektedir. Bir başka deyişle tarımsal yapı (toprak faktörünün verimi) ile nüfus yapısı arasında bir uyuşmazlık bulunmaktadır. Malthus bir dönemi yirmi beş yıl kabul ederek nüfus artışı ile yiyecek maddelerinin üretim artışı arasındaki ilişkiyi aşağıdaki gibi açıklamıştır:



Malthus’un teorisi iki önemli faktörle açıklanmaktadır.
Birincisi, üretim faktörleri içinde önemli yere sahip olan toprağın arzı sabittir. Bu nedenle tarımsal kesimde azalan verimler kanunu işlemektedir. Artan nüfusu besleyecek toprak ve tarımsal üretim yeterli olamayacaktır. İkincisi ise nüfus artış hızı üzerinde gelirin pozitif etkisi olmaktadır.
Malthus’a göre, teknolojinin ve üretim yapılabilecek uygun toprağın olmadığı durumlarda, nüfus kendi kendini dengeleyerek negatif bir geri beslemeye sahip olacaktır. Başka bir ifadeyle, nüfus artışı ile birlikte toprak/nüfus oranı çerçevesinde nüfus artış hızı yükseldikçe, toprağın arzını ve verimliliğini artırmak çok kolay olmadığı için ve üstelik azalan verimler kanunun da işlemesi sonucunda, toprak / nüfus oranı ve ücretler düşecektir. Bu sonuç, teknoloji olmadığı sürece nüfus kendisini dengelemektedir. Ücretlerde artış olsa dahi nüfus artışından dolayı ve toprak başına düşen nüfus arttıkça ücretler en az geçim ücreti düzeyine inecektir.
En az geçim ücreti (doğal ücret), emek piyasasında hiçbir müdahale olmaması hâlinde, kendiliğinden belirleneceği varsayılan ve işçinin kendisinin ve ailesinin her türlü fizyolojik ihtiyaçlarını sağlayabilecek ve çoğalıp azalmadan nesillerinin devamını sağlayabilecek ücrettir. Diğer yandan ulaşılabilir kaynaklarda bir artış olsa bile uzun dönemde kişi başına düşen gelir değişmeden kalacaktır. Çünkü teknoloji ve toprak daha iyi ve daha fazla olduğunda, zenginliği daha az olan daha fazla nüfusa neden olacaktır. Malthus’un özellikle en az geçim ücreti olarak nitelendirdiği ücretler günümüzde sürekli tartışılan ve gündemde olan “asgari geçimlik ücretler teorisi’ni” ön plana çıkarmıştır.
Malthus’un toplam üretim fonksiyonunda reel hasıla (Y), toprak ve emek kullanılarak elde edilir. Toprağın miktarı sabit olduğu için reel hasıla miktarı ancak emeğe dolaylı olarak da nüfusa bağlı olarak değişmektedir.
Y = f (N)

Şekilde nüfus N1, N2, N3 şeklinde gösterilmektedir. Y1, Y2, Y3 ise çıktı ya da reel hasılayı göstermektedir. Nüfus N1’de kişi başına çıktı y1= Y1/N1, nüfus N2’de kişi başına çıktı y2= Y2/N2 ve nüfus N3’de ise y3= Y3/N3 kadardır ve OA, OB, OC eğrilerinin eğimlerine eşittirler.   



Şekilde doğum oranı, ölüm oranı ve kişi başına çıktı arasındaki ilişkiler görülmektedir.
Dikey eksende, doğum ve ölüm oranları (b,d),
 yatay eksende ise kişi başına çıktı (y), yer almaktadır. Doğum oranının (b) yatay eksene paralel olması, doğum oranının kişi başına çıktıdan bağımsız olduğunu göstermektedir.
Ölüm oranının (d) ise aşağıya doğru negatif eğimlidir.
E noktası ile gösterilen doğum oranı (b) eğrisi ile ölüm oranı (d) eğrisinin kesiştiği ys kişi başına çıktı düzeyinde ise doğum oranı ile ölüm oranı birbirine eşit (b=d) olmaktadır. Bu bağlamda, nüfus artış hızı E noktasında ys kişi başına çıktı düzeyinde, nüfus artış hızı da sıfır olup p=b-d=0, b=d, y=ys değişmez.
Bunun yanında, nüfus artış hızını sıfır kılan ys düzeyinden daha küçük olan Y1 kişi başına çıktı düzeyinde ise doğum oranı (b), ölüm oranından (d) küçük olduğu (b < d) için nüfus artış hızı negatif olup
p= b-d < 0, b < d, y= Y1< ys nüfus azalmaktadır.
Kişi başına çıktı düzeyi ys’den daha büyük olan Y2 kişi başına çıktı düzeyinde ise
doğum oranı (b), ölüm oranından (d) büyük olduğu (b > d) için, nüfus artış hızı pozitif olup
p= b-d > 0, b > d, y= Y2 > ys nüfus artmaktadır.

David Ricardo (1772-1823)
David Ricardo’nun “Politik İktisadın ve Vergilendirmenin Prensipleri” adlı eserinde temel iktisadi düşünceleri ile birlikte, büyüme konusunda da görüşlerine yer vermiştir. Özellikle büyüme teorisinde, azalan verimler ve fonksiyonel gelir dağılımı, kâr, rant ve ücretler üzerinde yoğunlaşmıştır. Ricardo’nun teorisi 19.yüzyıl başlarında İngiltere’nin ekonomik ve sosyal problemlerine dayalı olarak geliştirilmiştir.
Ricardo’nun Büyüme Teorisinde Temel Kavramlar ve Varsayımlar
    Tarım kesiminde, teknik ilerleme hızı çok düşüktür. Ayrıca toprağın kıt olması ve daha düşük nitelikli toprakların da kullanılması nedeniyle tarımda azalan verimler yasası geçerlidir. Sanayi kesiminde artan verim ve teknik ilerleme, tarım kesimindeki azalan verimi telafi edemediği için, toplam hasılada azalan verimler yasası geçerli olmaktadır.
    Ekonomi sürekli olarak, tam rekabet ve tam istihdam koşullarında işlemektedir.
    Sanayi kesiminde, teknik ilerleme hızı yüksektir.
    Üretim fonksiyonunda, üretim, üretim faktörleri olarak sermaye, emek ve toprağın kullanılması ile elde edilir.
    Ücretler, kısa dönemde emek arzı ve emek talebine göre belirlenmektedir. Uzun dönemde ise, ücretler, asgari bir ücret düzeyinde sabit kalma yönündedir.
    Sermaye emek sahiplerine ödenmek için ayrılan ücret fonundan oluşmaktadır.
    Marjinal hasıladan emek sahiplerine ödenen asgari ücretler ayrıldıktan sonra kalan kısım karları oluşturmaktadır.
Ricardo’ya göre ise gelirin toplam üretim faktörleri arasında dağılımında üç farklı gelir grubu yer almaktadır: Birincisi, üretime katılan emek sahipleri, ikincisi, sermayedar veya girişimci ve sonuncusu ise toprak sahipleridir.
Emek sahipleri çalışmaları karşılığında aldıkları ücretler karşılığında varlıklarını sürdürmektedirler. Emeğin fiyatı ücret, piyasa fiyatı (ücret) ve doğal fiyat (ücret) olmak üzere iki ayrı şekildedir.
Piyasa ücret haddi, emek arz ve talebi tarafından belirlenen ve emek sahibine ödenen ücrettir.
Doğal ücret haddi ise piyasaya emek sahibinin nesillerinin devamını sağlayacak, çoğalmalarını ve azalmalarına imkân vermeyecek ücrettir.
Ricardo’ya göre, toprak sahiplerinin elde ettiği rant gelirini belirleyen azalan verimlerdir. Bir ülkenin toprakları aynı kalitede olmayıp farklı verimliliğe sahiptirler. Bu nedenle nüfus arttıkça düşük verimli topraklar da kullanılmaya başlayacaktır. Ricardo’ya göre, daha verimli topraklarda daha düşük maliyetle üretim yapılacağından dolayı, bu topraklara sahip olan toprak sahipleri oldukça yüksek rant geliri elde etmektedirler. Bu rant gelirine Diferansiyel Toprak Rantı ya da Ricardogil Rant denilmektedir.

Ricardo’nun Büyüme Teorisinin İşleyişi
Ricardo’ya göre, uzun dönemde üretim faktörlerinin gelirden aldıkları payların değişimine göre ekonomik büyüme ve durgunluk olmak üzere iki önemli süreç yaşanmaktadır. Hasılanın değişmediği büyümenin durduğu bu durgunluk dönemine ise durağan durum denilmektedir.
Ücret hadlerinin en az geçim ücreti seviyesinin üstünde gerçekleşmesi ise artan nüfusun gıda talebini de arttırmaktadır. Bu durumda, ülkedeki verimsiz topraklar üretim amacıyla kullanılmaktadır. Böylece toprakların verimlerinin farklılığından dolayı artan maliyetler nedeniyle toprak sahiplerine ödenen rantlar artmaktadır.
Diğer yandan emek ve sermayede azalan verimler kanunu geçerli olduğu için uzun dönemde kârlar azalmaya başlamaktadır. Kârların azalması büyümenin motoru olan yatırımları durdurarak ekonomide durgunluk süreci başlamaktadır. Öte yandan artan nüfus ücretlerin en az geçim ücreti seviyesine düşmesine neden olmaktadır. Durgunluk sürecinde artık sadece yenileme yatırımları yapılacak, ücretler en az geçim ücreti seviyesinde kalacak nüfus da azalma eğilimine girecektir. Ricardo, sermaye miktarındaki artış ve teknolojik ilerleme olmadığı zaman büyümenin zaman içinde durağan duruma dönüşeceğini vurgulamaktadır.






Şekilde büyüme ve durgunluk süreçlerinin nasıl gerçekleştiği görülmektedir. Dikey eksende toplam çıktı, rant kâr ve ücretler yer almaktadır. Yatay eksende ise nüfus (emek) yer almaktadır. Tarım kesiminde azalan verimler geçerli olduğu için toplam çıktı aşağıya yatay eksene doğru eğilmiştir. Emek miktarı arttıkça, her ilave emeğin üretime katkısının azaldığını göstermektedir.
Şekilde emek L1 olduğunda toplam ücretler W, toplam kâr P ve toplam rant ise R kadardır.
Ücretlerdeki artış ise nüfus artışına neden olarak, emek artışı L2’ye kadar yükselecektir. Fakat reel ücretlerin doğal ücretin üstüne çıkması ile birlikte nüfus artışı gerçekleşeceği için reel ücretler tekrar doğal ücret düzeyine inecektir. Bu bağlamda, ücretin payı artarken rantın payı da artacaktır, diğer yandan, girişimcinin kârı ise eski kâr seviyesine göre daha az olacaktır. Bu durum kârlar azalsa dahi negatif olmadığı sürece L3 emek miktarına kadar devam edecektir. L3 emek miktarında ise karlar azalıp sıfırlanacaktır. L3 emek miktarında OS doğrusu ile toplam çıktı eksi rant eğrisinin kesiştiği X noktasında kârlar sıfırdır.





Şekilde Ricardo’ya göre, teknolojik gelişmenin büyümeye etkisi görülmektedir. Teknolojik gelişme, toplam çıktıyı sürekli yukarı kaydırmaktadır. Fakat sermayede azalan verimler yasasının geçerli olması ve teknolojik gelişme hızının düşük olması nedeniyle, ekonomi şüphesiz bir durgunluk düzeyine erişecektir. Toplam çıktı
eğrisinin yukarı kayması ile OS toplam ücret doğrusu ile kesişmesi ise belirli bir emek miktarında mutlaka olacaktır. Bu kesişen noktada artık, nüfus ve emek miktarı değişmeyecek ve sermaye artışı da duracaktır.

Karl Marx (1818-1883) Büyüme Teorisi
Marx’ın iktisat teorisi ile ilgili düşüncelerinin şekillenmesinde yaşadığı dönemin özellikleri, gerçekleri ile liberal sisteme karşı hakim olan düşünceleri etkili olmuştur. Sanayi Devrimi’nin yaşandığı İngiltere’de Sanayi Devrimi sonrasında mevcut sistem olan kapitalist sistemin sorunları ve özellikle sık yaşanan krizler ve işçilerin yaşadıkları sefalet Marx’ın benimsediği sosyalist sistemin oluşumunda etkili olmuştur. Marx kapitalizmin dinamik bir yapısı olduğunu ve işleyişinde kapitalist sistemin kendi yapısı içerisinde kapitalistlerin rekabeti, teknik ilerleme ve sermaye birikiminin etkili olduğunu belirtmektedir. Fakat sürekli yeni tekniklerin uygulanması ve sermaye yatırımları uzun dönemde kârların düşmesine de neden olacaktır. Kâr oranlarını sürekli artırmaya yönelik çabalar ise sermayenin kapitalistin elinde merkezileşmesine ve işsizliğe, işçinin sömürülerek sefalete sürüklenmelerine neden olacaktır. Bu bağlamda Marx’a göre, kapitalizmin bu dinamik yapısı ve işleyişi konjonktür dalgalanmaların ve krizlerin sıklıkla yaşanmasına neden olacaktır. Bu süreç ise kaçınılmaz olarak kapitalist sınıfın güçlenmesine, devletin ise bu duruma müdahale etmemesine neden olacaktır. Marx’a göre ancak kapitalist sistemin sona ermesi ve sosyalist sistemin uygulanması sonucunda devletin işçi sınıfının eline geçmesiyle kapitalist sistemdeki sorunlar da tamamen giderilmiş olacaktır. Bu bağlamda Marx’ın iktisadi teorileri sosyalizm ya da planlı ekonomilerin teorileri üzerine değil tam tersi kapitalist ekonomik sistemi anlamaya ve anlatmaya yöneliktir.
Karl Marx’ın önemli eseri Das Capital (Kapital)’dir. Toplam üç cilt ve 2500 sayfadan oluşan Kapital’in birinci cildi 1867 yılında Marx hayattayken ikinci ve üçüncü cildi ise Marx’ın ölümünden sonra Engels tarafından 1894 yılında yayımlanmıştır.

K. Marx’ın Büyüme Teorisinde Temel Kavramlar ve Varsayımlar
Marksist teoride temel olarak ileri sürülen düşünce, kapitalistlerin elde ettikleri kârların kaynağının çalışan işçilerin fazla çalışmaları ve karşılığında ödenen düşük ücretlerdir. İşçilerin çalışma saatlerinin karşılığında çalışma saatlerinden daha az ücret ödenmeleri, yani işçilerin bedava çalışmaları ve fazla çalışma sonucunda ortaya çıkan değer ise kapitalistin kârını oluşturmaktadır. Marx’ın bu düşüncelerini Emek Değer Teorisi, Artı Değer Teorisi ve Kâr Teorisi şeklinde üç ana başlıkta açıklanmakta ve bu çerçevede teorinin işleyişi de analiz edilmektedir.
Emek Değer Teorisi
Bir malın değeri emek miktarı ile belirlenir ve emek gücü ise sadece bir malın üretimi için harcanan zaman olmayıp zihinsel, fiziksel, entelektüel yeteneklerin bütününü de ifade etmektedir.
Artı Değer Teorisi
Artı değer, kapitalist sistemde kapitalist üreticinin, işçileri aldıkları ücret karşılığından çalıştıkları emek saatinden daha fazla çalıştırmaları sonucunda elde edilir. Üretici, işçiyi kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak ve yeniden üretime katkıda bulunabilecek ücretin karşılığı olan emek zamanından daha fazla çalıştırmaktadır. Fakat işçiye ödediği ücret ise çalıştırdığı emek zamanından daha azdır. Fazladan çalışılan emek zamanı, yani işçinin yarattığı artı değer kapitalist üreticinin üretim artışı için gerekli sermaye birikimini oluşturmaktadır. Yedek Sanayi Ordusu Marx’a göre iş arayanların oluşturduğu istihdam edilmeyen emek arzı yedek sanayi ordusudur.
Kâr Teorisi
Karl Marx’a göre, bazı temel kavramlar ve ilişkiler aracılığıyla kâr teorisi açıklanmaktadır. Sermaye sabit ve değişken sermaye olarak iki ana grupta toplanmaktadır.
Sabit sermaye (c) üretimde kullanılan fiziki araç gereç, alet ve hammaddelerden oluşmaktadır.
Değişken sermaye (v) ise üretim sürecinde kullanılan işçilere ödenen toplam ücretlerden oluşmaktadır.

Artı Değer (s): üretim sürecinde kapitalist üreticinin ürettiği ürünün satışı sonu¬cunda gayrisafi hasılatından sabit sermaye ve değişken sermaye masrafları çıktık¬tan sonra arta kalan toplam değerdir.
s = gayrisafi hasılat - (c + v) olarak hesaplanır.
Artı Değer Oranı (a): kapitalist üreticinin işgücünden elde ettiği artı değer (s) ile işçilere ödenen değişken sermaye (v) arasındaki orandır.
a = s / v olarak hesaplanır.
Kâr Oranı (k): üretim sonunda elde edilen kâr ile üretim yapmak için gerekli her türlü fiziki üretim alet ve araçlarına (sabit sermaye) yapılan ödemeler ve işgü¬cüne yapılan ücret ödemeleri (değişken sermaye) arasındaki ilişkidir. Kapitalist ekonomide toplam kâr oranı, toplam artı değerin toplam sermayeye oranıdır.
k = s / c + v olarak hesaplanır.
Malın Değeri, Fiyatı: ürünün fiyatı ya da değeri, sabit sermaye(c) değişken ser¬maye (v) ile kapitalist üreticinin elde ettiği kârın toplanmasıyla bulunur.

P = c + v + k = c + v + s hesaplanır.
Sermayenin Organik Bileşimi (b): sabit sermayenin değişken sermayeye oranı olan sermayenin organik bileşimi, kapitalist üreticinin makineleşme derecesini göstermektedir.
b = c / v olarak hesaplanır.
Kâr oranı eşitliğine:



Artı değer oranı ile kâr oranı arasında doğru yönlü bir ilişki vardır
Sermayenin organik bileşimi ile kâr oranı arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır.

K. Marx’ın Büyüme Teorisinin İşleyişi
Marx’ın teorisinde, bazı temel kavramlar ve ulaştığı sonuçlar açısından klasik büyüme teorisiyle ortak noktalar bulunmaktadır.
    Marx’ın teorisinde azalan verimler yasası yer almaz, bu nedenle kâr ile rant arasında bir ayrım yapmamaktadır. Ücret oranını belirleyen, Malthus’un nüfus kanunu olmayıp, yedek sanayi ordusu olarak nitelendiren iş arayanlardır.
    Marx’a göre, kapitalist üreticinin sermaye birikiminde bulunması bir tercih olmayıp kapitalist üreticiler arasındaki rekabettir. Büyük ölçekte üretimde bulunan firmaların sayısının artması, firma etkinliğinin de aynı oranda olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle üreticiler, rekabet ortamında varlıklarını sürdürmek istiyorlarsa kârlarını yeniden artıracak yatırımlar yaparak büyüme yolunu tercih edeceklerdir. Ayrıca kapitalist üreticiler rekabet ortamında güçlü olabilmek için emeğin verimini arttırmaktadır. Fakat bütün kapitalist üreticiler de aynı politikayı izlemeye başladıklarında sermayenin organik bileşiminin yükselmesine neden olmaktadır. Daha fazla sermaye kullanımı ise karların azalmasına neden olacaktır. Marx, bu süreç sonunda kâr oranlarının azalmasını, azalan kâr oranı yasası olarak ifade etmektedir.
    Marx’a göre, sermayenin kapitalist üreticinin elinde toplanması ve reka¬bet zamanla tekelci kapitalizm hâline dönüşecektir


Schumpeter (1911-1939)’in Büyüme İle İlgili Görüşleri
Karl Marx’in görüşlerinden büyük ölçüde etkilene¬rek Marx gibi tarihçi bir yöntem kullanarak kapitalizmi tarihi bir olay olarak ele almış¬tır.  Fakat Schumpeter, Marx’dan farklı olarak kapitalist sistemin yıkılmayıp başarı ile işleyeceğini ve sistemin yarattığı hasıla artışının işçilerin ücretini artırarak işçi refahının da artacağını düşünmektedir.
Schumpteter’e göre, kapitalist sistemin sona ermesi ancak kapitalist sistemin yaratmış olduğu refah artışı yani başarısı olacaktır. Refahı artmış olan işçiler ve bu sistem içindeki entelektüel sınıf kapitalist sisteme karşı ve kapitalist sermayedarlara karşı bir davranış içinde olacaklardır. Bu atmosfer içinde kapitalist sistemi benimseyenler ve taraf olanlar azalacak ve kapitalist sistem ihtilal olmadan sona erecektir. Bu süreçte ise kapitalist sistem yerini sosyalist sisteme bırakacaktır. Joseph Schumpeter’in büyüme konusundaki görüşleri iki kavramla açıklanmaktadır. Birincisi, yenilikler kavramı, ikincisi ise girişimciler kavramıdır.

Yenilikler ve Büyüme
Yenilikler, teknik ilerleme veya yeni kaynakların bulunması olarak tanımlanmaktadır. Özellikle, teknik yenilikler, uzun dönemde bir ekonomik sistemde bir denge durumundan diğer denge durumuna geçişte ve sistemin gelişmesinde çok önemlidir. Teknik yenilikler, aynı zamanda canlanma, yavaşlama ve bunalım şeklinde ortaya çıkan ve sonuçları birkaç yıl içinde sona eren ekonomik dalgalanmalar da yaratmaktadır. Bu dalgalanma süreçlerinde ise her zaman yeni bir denge durumuna ulaşılmaktadır. Schumpter’e göre ise üretim faktörlerinin miktarlarını değiştirmeden, üretim faktörlerinden farklı yeni bir bileşim yapılarak, yeni bir üretim fonksiyonu oluşturuluyorsa yenilik söz konusudur. Bu bağlamda Schumpeter beş farklı türde yenilikten bahsetmektedir:
1. Yeni bir malın veya bilinen bir malın faklı türünün ve kalitesinin piyasaya sunulması,
2. Üretimde yeni bir üretim tekniğinin kullanılması (emek ve sermaye faktöründe tasarruf sağlayan yeni bir teknik). Bu yeni tekniğin yeni keşfedilmiş olması önemli değil, önemli olan ekonomik faaliyetlerde ve üretimde ilk defa kullanılıyor olmasıdır.
3. Yeni bir piyasanın bulunması ve keşfi,
4. Yeni bir hammadde veya yarı mamul kaynağının keşfi,
5. Endüstrinin yeniden organizasyonu; tam rekabetçi bir endüstrinin tekelleşmesi, tröstlerin kurulması veya monopollerin gücünün azalarak tam rekabetçi bir endüstriye dönüşmesi gibi.
Schumpeter’e göre, yeniliğin bir endüstride girişimci tarafından başarılı bir şekilde uygulanması, endüstrideki diğer girişimcilerin de yeniliği taklit ederek girişimciyi izlemeleri endüstride yatırım yapılmasına öncülük etmektedir. Schumpeter, yeniliği başlatan girişimcinin diğer girişimcileri etkileyerek yaratmış olduğu kârlılık ve yatırım artışlarına neden olan bu duruma yeniliklerin kümelenmesi olarak nitelendirmektedir.
Schumpeter’e göre, kapitalizmin dinamik yapısı ve sürekli değişim içinde olmasını sağlayan asıl güç yeniliklerdir. Bir başka deyişle kapitalizmin durağan olmamasının ve sürekli bir değişim içinde olmasının nedenleri, yeni malların üretilmesi, yeni üretim tekniklerinin keşfi, yeni piyasa ve pazarların keşfi, yeni hammadde veya yarı mamul kaynaklarının keşfi ve endüstrilerin yeniden organizasyonudur.
Schumpeter 1942 yılında yayımladığı Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi adlı kitabında bu sürece
Yaratıcı Yıkım olarak ifade etmektedir. Schumpeter yaratıcı yıkım kavramını, yeniliklerin yapılmasıyla eski malların ve endüstrilerin yıkılıp yeni mallar ve endüstrilerin eskilerin yerlerini alması olarak ifade etmektedir.

Girişimciler ve Büyüme
Schumpeter, kapitalist sistemin sürekli değişimini sağlayan ve kapitalizmi dinamikleştiren ve yenilikleri uygulayan kişiler girişimciler olarak nitelendirmektedir. Bu bağlamda kapitalist sistemin dinamik yapısını oluşturanlar, risk alamayan iş adamları değil, girişimcileridir. Girişimciler iş adamlarından farklı kişilerdir. Girişimciler, yenilikleri uygulayan ve bu amaçla yatırımları yapan ve yatırım riskini de üstlenen kişilerdir. Schumpeter’e göre, girişimcinin yenilikleri uygulamaya yönelten en önemli nedeni sadece kâr elde etme isteği değildir. Psikolojik güdüler de yeniliği uygulamada çok önemli bir faktör olmaktadır. Girişimcilerde mücadele etme hırsı, kendisini başkalarından üstün görme arzusu, fethetme arzuları vardır.
Schumpeter girişimcilerin yenilikleri uygulama işlevlerini yerine getirme konusunda iki unsura ihtiyaç duyduklarını ifade etmektedir. Bunlardan ilki, yeniliklerin var olabilmesi için ön koşul olan icatların teknik bilginin varlığı, ikincisi ise yenilikleri uygulama işlevlerini yerine getirebilmeleri için ihtiyaç duyulan kredilerdir.
Keynes (1883-1946)’in Büyüme İle İlgili Görüşleri
Klasik İktisat Teorisi’ne önemli eleştirilerde bulunan iktisatçı ise Johnard Maynard Keynes (1883-1946)’dir. Keynes 1936 yılında Para, Faiz ve İstihdamın Genel Teorisi adlı eserinde klasik iktisatçıların savunduğu gibi piyasa mekanizmasının otomatik olarak tam istihdamı sağlama konusunda başarılı olamadıklarını ileri sürmüştür. Keynes eserinde Keynesyen Devrim olarak nitelendirilen bu tezinde yatırımların öncelikle toplam talep üzerinde etkilerini incelemiş, yatırımların sermaye birikimi üzerindeki etkilerini tümüyle ihmal etmiştir.
Keynes’in büyüme konusundaki analizleri ise bu anlamda kısa dönemli statik bir analizdir. Keynes, klasik iktisatçıları eleştirerek işsizliğin nedenlerini talep yetersizliği olduğunu Para, Faiz ve İstihdamın Genel Teorisi adlı eserinde açıklamıştır. Keynes, kısa dönemde arzı arttırmanın sorun olmadığı bir ortamda talebi belirleyen arz koşulları değil, aslında talep koşulları olduğunu ileri sürmüştür. Bu durumda, talep yetersizliği yani, yetersiz bir talep hacmi kadar düşük bir arz ve düşük bir istihdam yaratacaktır. Bütün dünya ülkelerinin etkilendiği 1929 Dünya Bunalımı böyle bir nedenden dolayı olmuştur. Bu bağlamda Keynes’e göre, ekonomilerdeki gelir ve istihdamı belirleyen faktörler arzla ilgili faktörler olmayıp talep ile ilgili faktörler olmaktadır. Bir ekonomide efektif talep tüketim ve yatırım harcamalarının toplamı kadar olup millî gelirin belirlenmesinde esas unsur olmaktadır.
o    1929 Dünya Bunalımı: 1929’da ABD’de başlayan ve 1930’lu yıllar boyunca devam eden ekonomik buhrandır. 1929 Dünya Bunalımı en çok Sanayileşmiş ülkeleri, özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa’yı etkilemiştir. Fakat dünyanın geri kalanında da (özellikle sanayileşmiş ülkelerde) yıkıcı etkiler yaratmıştır.

Keynes, özellikle gelişmiş ekonomilerin, uzun dönemde durgunlukla karşılaşmaları kaçınılmaz olacağını ifade etmektedir. Keynes’in durgunluk tezi ile ilgili görüşlerinde etkili olan unsurlar ise şunlardır:
Öncelikle nüfus artışı, teknik ilerleme ve yeni üretim yöntemleri ve alanlarında ilerleme ihtimali gelişmiş ekonomileri olumlu etkileyip bir süre sonra etkileri azalıp uzun dönemde bu ekonomilerde durgunluk yaşanacaktır. Çalışma yaşındaki nüfusun artışı ve sermaye artışı ile birlikte, uzun dönemde tam istihdamı sağlayacak olan reel gelir düzeyinin yükselmesi beklenen sonuçtur. Nüfusun artışı ve tasarruf oranlarındaki oluşacak bir azalma yatırım ve tasarruf arasında bir dengesizliğe neden olacaktır.
Keynes’in durgunluk tezi eleştirilirken öncelikle tarihi olay ve gelişmelerin nasıl olacağı konusunda doğru tahminlerde bulunamamak değil, aslında durgunluk tezi analiz edilirken yatırım talebiyle ilgili analitik bir hatanın yapılmış olması çok önemlidir.















Ünite 4 – Modern Büyüme Teorileri: Harrod Domar Büyüme Modeli
Harrod-Domar Büyüme Modeli
Keynes’in kısa dönemli statik analizini uzun dönemli olarak genişleten ve dinamik büyüme sorunlarıyla ilgilenen iktisatçılar ise Harrod ve Domar’dır. Roy F. Harrod 1937 yılında Bay Keynes ve Geleneksel Teori isimli makalesi ile Keynes’in teorisini eleştirmiş ve 1939 yılında Dinamik Teori Üzerine Bir Deneme başlıklı makalesinin hazırlanmasında da bu eleştiriler etkili olmuştur. Harrod bu makalesinde yatırım harcamalarının toplam talep üzerine etkileri yanında aynı zamanda, üretim kapasitesi üzerinde etkisi olduğunu da hesaba katmak suretiyle büyüyen bir ekonomide piyasa sisteminin tam istihdamı otomatik olarak sağlamasının mümkün olup olmadığını araştırmıştır. Harrod’un modeline çok benzeyen diğer bir model ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikalı iktisatçı Evsey D. Domar tarafından 1946, 1947 yılları arasında geliştirilmiştir. Harrod ve Domar’ın büyüme modeline olan katkılarında çok benzeyen analizler yapmaları nedeniyle iki model genellikle Harrod-Domar büyüme modeli olarak adlandırılmaktadır.

Harrod Büyüme Modeli
Harrod’un büyüme modeli Domar’ın büyüme modeline çok benzemektedir.
    Harrod büyüme modelinde de temel unsur yatırımlardır.
    Harrod’a göre kalkınmanın temel problemi, gelirin mevcut tasarrufları eritmeye yetecek bir yatırım artışına imkân verecek bir düzeye çıkıp çıkamayacağıdır.
     Harrod modelinde hızlandıran prensibi/katsayısı önemli bir araç olup kullanılmıştır.

o    Çarpan mekanizması: Harcamalardaki bir değişikliğin GSMH üzerinde yaratacağı etkileri ortaya koyan bir mekanizmadır.

Harrod Büyüme Modelinin Temel Kavramları ve Varsayımları
Harrod büyüme modelinde temel iki kavramdan bahsedilmektedir.
Birincisi tasarruflar ikincisi ise yatırımlardır. Tasarruflar ve yatırımlar modelde aynı zamanda
dengenin sağlanmasında kullanılan en önemli kavramlardır.
Harrod büyüme modelinde tasarruflar, ekonomide dengenin sağlanması için önemli bir değişken olup millî gelirin artan bir fonksiyonu olarak varsayılmaktadır. Özellikle tam istihdam dengesinin sürdürülebilmesi için yatırım, sermayenin marjinal verimliliği ve hızlandıran, tasarruf eğilimine uymak durumundadırlar.
Tasarruf fonksiyonu S=s x Y olarak ifade edilmektedir.
S, tasarrufu s, marjinal tasarruf eğilimini, Y ise, millî geliri ifade etmektedir.
Harrod büyüme modelinde tasarruflar planlanan yani ex-ante olarak ifade edilen, dönem başı tasarruf olup (Sp) şeklinde gösterilmektedir. Fakat Harrod’a göre yapılan dönem başı tasarruf planları gerçekleşeceği için dönem sonu gerçekleşen fiilî tasarruflar ise (Sg) olarak gösterilmektedir. Aynı zamanda, planlanan tasarruflar dönem sonu gerçekleştiği için ise planlanan tasarruflar (Sp), fiilî gerçekleşen tasarruflara (Sg) eşit olup (SP=Sg ) şeklinde gösterilmektedir. Ayrıca dönem sonunda gerçekleşen yatırımlar (Ig) ise fiilî gerçekleşen tasarruflara eşit olduğu için (Ig=Sg) olarak gösterilmektedir.
Bu konuda durulması gereken ikinci önemli konu ise ekonomide dengeden, planlanan tasarruf ve yatırımların büyüklüklerine göre sapmalar oluşmaktadır.
Harrod büyüme modelinde kullanılan diğer önemli kavram ise hızlandıran katsayısıdır. Hızlandıran katsayısı aslında planlanan yatırımların belirlenmesinde kullanılmaktadır. Harrod’a göre belirli bir üretim artışı isteniyorsa bu üretim artışını gerçekleştirebilmek için gerekli olan sermaye artışını ( planlanan yatırım) belirlemek gerekmektedir. Planlanan yatırım düzeyinin belirlenmesinde ise hızlandıran katsayısı etkili olmaktadır. Hızlandıran katsayısı, sermaye miktarında meydana gelen değişmenin (∆K), üretimde meydana gelen değişmeye (∆Y) oranı şeklinde ifade edilmektedir (∆K/ ∆Y).
Hızlandıran uyarılmış yatırımlarla ilişkilidir ve Harrod büyüme modelinde de gelir düzeylerinde önceki dönemlere göre ortaya çıkan değişimler karşısında girişimcilerin yatırım konusunda nasıl davranacakları ile ilgilenilir. Girişimcilerin geçmiş dönemde gelir artışlarından beklenen memnuniyeti sağlamaları hâlinde gelecek dönemlerde ise aynı büyüme hızını sağlayabilmek için gerekli yatırımları ve gerekli davranış şeklini gösterecekleri varsayılmaktadır.

Bu durumda, Ip planlanan yatırım, k hızlandıran katsayısı olmak üzere aşağıdaki formül yazılabilir
Ip = k (Yt - Yt - 1)
Planlanan yatırım kararları gelirin mutlak seviyesine değil, gelirdeki artışlara bağlı olarak belirlenmektedir. Harrod modelinde hızlandıran katsayısı basitlik sağlamak amacıyla sabit varsayılmaktadır. Yani, yatırım denkleminde k, hızlandıran katsayısı mutlak gelir seviyesi ne olursa olsun sabit varsayılmaktadır.

Harrod Büyüme Modelinin İşleyişi
Harrod büyüme modelinde birbirinden farklılaşan üç büyüme hızını gösteren eşitlikler kullanılmıştır. Harrod modelinde bu eşitliklerin temsil ettiği büyüme hızlarının karşılaştırılmasıyla dengeli büyüme hızı belirlenmiştir. Bu şekilde modelde denge süreci geniş kapsamlı olarak analiz edilirken ayrıca, uzun dönemde canlanma ve durgunluğa girişin şartları da daha iyi analiz edilmeye çalışılmıştır. Modelde kullanılan büyüme hızları şunlardır:
    Gerekli (Garantili) Büyüme Hızı
    Fiilî (Gerçekleşen) Büyüme Hızı
    Doğal Büyüme Hızı

Gerekli (Garantili) Büyüme Hızı
Gerekli büyüme hızı planlanan tasarruf ve planlanan yatırım eşitliğini sağlayan büyüme hızı demektir.
Gerekli büyüme (Gw) olarak gösterilerek aşağıdaki formülle ifade edilmektedir. Sp=Ip eşitliğinden,





Formülde Gw gerekli büyüme hızını, s marjinal tasarruf eğilimini göstermektedir.

Fiilî (Gerçekleşen) Büyüme Hızı
Harrod büyüme modelinde fiilî ya da gerçekleşen büyüme hızı, toplam üretimin dönem sonundaki artışını temsil eden büyüme hızıdır. Bu büyüme hızı dönem sonundaki gerçekleşen üretim artışını gösterdiği için
ex-post (dönem sonu) bir kavramdır. Fiilî büyüme hızı;


formülü ile ifade edilmektedir. Formülde G, fiilî büyüme hızını, s dönem sonu gerçekleşen tasarrufu, k dönem sonunda ortaya çıkan veya gerçekleşen sermaye ihtiyacı veya hızlandıranı, bir başka deyişle dönem sonu sermaye stokundaki fiilî artışın (∆K), üretimdeki fiilî artışa (∆Y) oranını göstermektedir.

Gerekli ve Fiilî Büyüme Hızlarının Karşılaştırılması
Denge Durumu
Harrod büyüme modelinde gerekli ve fiilî büyüme hızlarının birbirine eşit olduğu (G= Gw) durum, ekonominin denge durumunu göstermektedir. Harrod büyüme modelinde denge durumunda aynı zamanda, dönem başında planlanan tasarruf ve yatırım planları nın da gerçekleştirildiği anlamına gelmektedir.
Öte yandan, denge durumu, tüketiciler ve özellikle üreticiler için de istenen ve memnuniyet verici bir durum olmaktadır. Ekonomide denge durumunun sağlanmış olması, hızlı bir gelişme sürecine girilmesi demektir. Diğer yandan da üreticiler için ise gelecek dönemlerde bu dönemde sağladıkları üretim artışını planlamaları ve gerçekleştirmeleri demektir.
Enflasyonist Süreç
Harrod büyüme modelinde fiilî büyüme hızının gerekli büyüme hızından büyük olması (G>Gw) ekonomi planlanan bir büyüme hızından daha fazla bir büyüme hızının gerçekleştirilmiş olması ile planlanan yatırım ve sermaye birikiminden daha fazla bir yatırım ve sermaye ihtiyacı olmasından dolayı sermaye hızla erimiş hatta üretim için yetmemiş ve daha çok yatırımlara talep olmuştur. Daha fazla yatırım ise daha fazla sermaye gerektirdiğinden dolayı bir sermaye yetersizliği ortaya çıkmaktadır. Sermaye yetersizliği üretimin talebe cevap verecek oranda artırılamamasına neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak toplam talebin toplam arzdan fazla olmasına neden olacak ve ekonomide üretim ve istihdam seviyesi yükselecektir. Ayrıca, ekonomi üreticilerin
planladığından daha hızlı bir ekonomik gelişme sürecine girecektir.
Harrod büyüme modeline göre, ekonomi bir nedenle dengeden uzaklaştığı zaman gelecekteki her dönem için dengesizlik kümülatif olarak daha da artacaktır. Harrod modelinde, bu dengesizlik kavramını vurgulamak için ise dengenin bıçak sırtı denge ya da kararsız denge (her an dengeden uzaklaşabilen) olduğunu belirtmektedir.

Durgunluk Süreci
Harrod büyüme modelinde gerekli büyüme hızının fiilî büyüme hızından daha büyük olması (Gw>G), ekonomide durgunluğu ortaya çıktığı bir durumu göstermektedir.
Bu durumda, dönem başında hedeflenen büyüme hızına, dönem sonunda gerçekleştirilmemiş demektir. Aynı zamanda dönem başında planlanmış olan yatırımlardan daha fazla dönem sonunda gerçekleşen (fiilî) yatırımın, yapılmış olması, ihtiyaçtan fazla kullanılmayan sermaye birikimi nedeniyle aşırı kapasitenin ortaya çıkmasına neden olmuş ve üretim talepten daha fazla artarak bir dengesizlik durumu ortaya çıkmıştır. Bu sefer arz ile talep arasındaki uyumsuzluk arz lehine bozulmuştur.
Aşırı kapasitenin olması ve arzın artması sonucunda stok birikimlerinin artmış olması ise ekonomiyi durgunluğa itecektir. Satılmamış hâlde mal stokları elinde kalan üreticiler ise gelecek dönemlerde kötümser bir hava içinde yatırım yapma konusunda daha dikkatli davranarak, yatırımlarını azaltma davranışı içinde olacaklardır.

Doğal Büyüme Hızı
Nüfus artışı ve teknolojik gelişmenin müsaade ettiği büyüme hızı olup aynı zamanda emeğin tam kullanımını, emek piyasasında tam istihdamı sağlayan büyüme hızıdır.
Doğal büyüme hızı;
Gn = n + tk formülü ile ifade edilmektedir.
Gn: doğal büyüme hızı, n: nüfus artışı, tk: teknolojik gelişmelerdir.
Doğal büyüme hızı işgücünün tam istihdamını hedeflediğinden dolayı, tam istihdam büyüme hızı olarak da bilinmektedir. Nüfusun %1 arttığı ve teknolojik gelişmenin %2 arttığı bir ekonomide doğal büyüme hızı, maksimumu %3 olabilir.

Büyüme Hızlarının Karşılaştırılması
Harrod büyüme modelinde ekonominin denge süreci üç büyüme hızı karşılaştırılarak daha geniş kapsamlı bir analiz yapılmıştır. Böylece, üç denge sürecinin karşılaştırılmasıyla uzun dönemde canlanma ve durgunluğa giriş koşulları da daha iyi ve kapsamlı olarak analiz edilmiştir. Gerekli büyüme hızı (Gw) ile doğal büyüme hızı (Gn)’nın birbirine eşit olması için geçerli bir neden bulunmamaktadır. İki büyüme hızı da birbirinden farklı olabilir. Tesadüfi olarak iki büyüme hızının eşitliği olmakla birlikte normal ve doğru olan durum aslında doğal büyüme hızı ve gerekli büyüme hızının birbirinden farklı olmasıdır. Modelde tasarruf alışkanlıklarına (s) ve sermaye hasıla katsayısına bağlı olan gerekli büyüme hızının (Gw), işgücünün büyüme hızı tarafından belirlenen doğal büyüme hızına eşit olması pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü modelde tasarruf eğilimi (s), sermaye hasıla katsayısı (k) ve nüfusu belirleyen unsurlar dışsal olup birbirinden bağımsız olarak belirlenip sabit varsayılmıştır.








Domar Büyüme Modeli
Domar büyüme modelinde Keynes’in kısa dönemli statik analizini uzun dönemli olarak genişletmeye yönelik olarak yatırımların geniş kapsamlı olarak ekonomi üzerindeki etkileri analiz edilmiştir. Bu bağlamda Domar yatırımların ekonomi üzerinde birbirinden farklı iki yönde etkisinin olduğunu ileri sürmüştür.
Birinci etki, yatırım harcamaları ekonominin arz yönünü ilgilendiren üretim kapasitesini artırıcı etkisi,
ikinci etki ise yatırım harcamalarının ekonominin talep yönünü ilgilendiren gelir artırıcı etkisidir.
Bu bağlamda yatırımların ikili etkisi vardır ve Domar büyüme modeline göre, dengeli büyüme ise yatırımların üretim kapasitesi artırıcı etkisi ile geliri (talebi) artırıcı etkisinin birbirine eşitlenmesi ile gerçekleşmektedir.

Domar Büyüme Modelinin Temel Kavramları
Üretim Fonksiyonu
Üretim fonksiyonu, genel olarak makroekonomik analizlerde kullanılmaktadır ve belirli bir üretim teknolojisinde belirli bir miktar çıktının belirli girdilerle üretilmesini gösteren Y= F(K, L) şeklinde bir fonksiyondur. Domar’ın büyüme modelinde, sabit oranlı bir üretim fonksiyonu kullanılmaktadır. Sadece bir malın üretiminde kullanılan sermaye (K) ve emek (L) girdileri arasında ikame yoktur ve sermaye emek girdileri birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bir birim mal üretmek için gerekli olan sermaye ve gerekli olan emek miktarları bellidir ve sermaye- emek birleşim oranı (K/L) sabittir ve birbirinin yerine ikame edilemez.
o    Sabit oranlı üretim fonksiyonu: Domar büyüme modelinde kullanılan üretim fonksiyonu, sabit oranlı bir üretim fonksiyonudur. Sadece bir malın üretiminde kullanılan, sermaye ve emek girdileri arasında ikame hiç yoktur ve sermaye ve emek girdileri birbirini tamamlayan niteliktedir.

Tasarruf Eğilimi
Domar büyüme modelinde tasarruflar millî gelirin oransal bir fonksiyonudur. Gelirden tüketim harcamaları çıkıldıktan sonra kalan kısmıdır. S= σ x Y, S tasarrufları, a, tasarruf eğilimini, Y ise milli geliri göstermektedir. Tasarruf eğilimi bilindiği gibi ortalama tasarruf eğilimi S/Y ve marjinal tasarruf eğilimi ∆S/∆Y olarak ikiye
ayrılmaktadır.
Modelde ortalama ve marjinal tasarruf eğilimleri birbirine eşit (∆S/∆Y= S/Y) kabul edilmektedir ve uzun dönemde σ tasarruf eğilimi ise sabit varsayılmıştır. Ayrıca Domar büyüme modelinde sermayeyi oluşturan tasarruflardır. Gelirin tasarrufa ayrılan kısmının tamamı yatırıma (S=I) dönüşmektedir. (S=I) eşitliği ise ekonomide millî gelirin sürekli dengede olduğunu göstermektedir.

Sermaye - Hasıla Katsayısı
Domar büyüme modelinde sermaye hasıla katsayısı, sermaye katsayısı olarak da nitelendirilmektedir. Sermaye hasıla katsayısı, bir ekonomide bir birim üretim için ne kadarlık sermaye (yatırım) gerekli olduğunu gösterir. Sermaye hasıla katsayısı, ekonomideki var olan sermaye stokunun (K) tam istihdam üretim miktarına (Y) oranlanmasıyla bulunmaktadır. K/Y, ortalama sermaye hasıla katsayısıdır. Buradaki sermaye stoku, makine ve teçhizat miktarlarını gösteren fiziki sermeye stokudur.
Örneğin; 1 Türk Lirası değerinde üretim için 4 Türk Lirası değerinde sermaye malı gerekiyorsa 100 milyar Türk Lirası değerinde üretim için 400 milyar Türk Lirası değerinde sermaye stokuna ihtiyaç vardır.
Bu bağlamda birinci örneğe göre sermaye hasıla katsayısı K/Y=4/1=4 Türk Lirası değerinde sermaye malı olarak hesaplanmaktadır. İkinci örneğe göre ise sermaye hasıla katsayısı K/Y=400/100=400 milyar Türk Lirası olarak hesaplanmaktadır.
Domar büyüme modelinde ortalama sermaye hasıla oranı ile birlikte, marjinal sermaye hasıla katsayısı da kullanılmaktadır. Marjinal sermaye hasıla katsayısı ise ekonomide üretimi bir birim artırabilmek için (∆Y) ne kadarlık sermayenin (yatırımın) (∆K) olması gerektiğini göstermektedir. Yatırımlar sermaye stokuna net ilaveler olduğuna göre (∆K=I), Marjinal sermaye hasıla katsayısı, ∆K/∆Y ya da I/∆Y olarak ifade edilmektedir. Ekonomide görülen teknolojik değişimler sermaye kullanımı yoğunluğunu etkilediği için marjinal sermaye hasıla katsayısının değişmesine neden olmaktadır. Ekonomide yoğun sermaye kullanılan teknolojilerde marjinal sermaye hasıla katsayısı artmaktadır, sermayeden tasarruf eden teknoloji kullanımlarında ise marjinal sermaye hasıla katsayısı azalmaktadır.



Sermayenin (Yatırım) Verimliliği Katsayısı
Domar büyüme modelinde kullanılan temel kavramlardan bir diğeri ise sermayenin (yatırım) ortalama verimliliği kavramıdır. Sermaye hasıla oranının tersi olan hasıla sermaye katsayısı, sermayenin ortalama verimliği olarak da tanımlanıp (Y/K) olarak gösterilmektedir. Sermayenin ortalama verimliliği katsayısı, ekonomide sahip olunan tam istihdam üretim miktarının var olan sermaye stokuna bölünmesiyle
elde edilmektedir.
 1 Türk Lirası değerinde üretim ortaya koyabilmek için 4 Türk Lirası değerinde sermaye malına ihtiyaç varsa sermayenin ortalama verimliliği Y/K= 1/4= 0.25 olur.
Diğer yandan üretim miktarındaki ve sermaye stokundaki değişmeler için ise sermayenin marjinal verimliliği kavramı kullanılmaktadır. Sermayenin marjinal verimliliği katsayısı, ∆Y/∆K şeklinde formüle edilmektedir. Domar modelinde sermayenin marjinal verimliliği katsayısı (σ) simgesi ile gösterilmektedir. Domar büyüme modelinde teknolojik değişimler sabit varsayımı geçerli olduğu için sermayenin ortalama verimliliği ile sermayenin marjinal verimliliği birbirine eşit (σ=Y/K=∆Y/∆K) kabul edilmektedir.
Domar Büyüme Modelinin Varsayımları
Domar büyüme modelinin temel varsayımları şunlardır:
    Ekonomide devlet harcamaları yoktur.
    Ekonomi dışa kapalı bir ekonomidir.
    Ekonomide gecikmeler yoktur.
    Ekonomi tam istihdam denge düzeyindedir.
    Sermaye ve gelir arasında sabit bir teknolojik ilişki vardır.

Domar Büyüme Modelinin İşleyişi
Domar büyüme modelinde, yatırımların ikili etkisi vardır. Birinci etki, yatırım harcamalarının ekonominin arz yönünü ilgilendiren üretim kapasitesini artırıcı etkisi, ikinci etki ise yatırım harcamalarının ekonominin talep yönünü ilgilendiren gelir artırıcı etkisidir. Bu bağlamda iktisadi büyümenin denge şartı ise yatırımların kapasite artırıcı etkisi ile gelir artırıcı etkisinin birbirine eşitlenmesidir.
Yatırımların Kapasite Artırıcı Etkisi
Bir ekonomide yapılan yatırımlar, yatırım mallarının miktarında artışa neden olmaktadır. Bir başka ifadeyle, her türlü makine teçhizat ve aletlerin miktarında bir artış olurken köprü, baraj, yol, liman gibi alt yapı yatırımlarının da sayısında artışlar olmaktadır. Bu miktarlardaki artışlar ise ekonomiye yatırım öncesi döneme göre
mal ve hizmeti daha fazla üretecek üretim gücü artışı yaratmaktadır. Dolayısıyla yapılan her türlü yatırım harcaması, ekonominin potansiyel arz gücünü ilgilendiren üretim kapasitesini artırmaktadır.
Domar büyüme modeline göre yatırımların üretim kapasitesi üzerinde yarattığı değişim, yatırım düzeyine (I), yapılan yeni yatırımın (sermayenin) verimliliğine (σ) bağlı olmaktadır. Domar büyüme modelinde sermayenin (yatırımın ) ortalama verimliliği ve marjinal verimliliği birbirine eşit (σ=Y/K=∆Y/∆K) kabul edilmektedir.
Domar büyüme modelinde yatırımların kapasite artırıcı etkisinde ekonomini arz yönüyle ilgili olduğu için ∆Y, ∆Yq şeklinde ifade edilmektedir. Üretim kapasitesindeki artış, ∆Yq=I x σ şeklinde formüle edilirse,
∆Yq, üretim kapasitesindeki artış I, yatırım miktarı, σ sermayenin ortalama verimliliği şeklinde ifade edilmektedir.


Yatırımların Gelir Artırıcı Etkisi
Domar büyüme modelinde, ekonomide fiilî üretim artışını sağlayan, yatırımların ekonominin talep yönünü ilgilendiren gelir artırıcı etkisidir. Bir başka ifadeyle ekonominin fiilî olarak üretim artışı sağlayabilmesi için artan üretim gücünün talebin (harcamaların) artması aracılığıyla gerçekleşmektedir. Toplam talepteki artışları belirleyen faktör ise yatırımların gelir (talep) artırıcı etkisidir. Domar büyüme modelinde, yatırımlardaki artışın toplam geliri ya da toplam talebi artırıcı etkisi aşağıdaki gibi açıklanıp hesaplanmaktadır. Bu hesaplama yapılırken Keynes’in çarpan ilkesi kullanılmıştır.

Bu bağlamda Domar büyüme modeline göre ekonomide her dönem sonunda yapılan yatırım bir önceki dönemin yatırımına (It=It-1) şeklinde eşit ise ekonomide üretim kapasitesi artarken talep artışında bir değişiklik olmamaktadır. Bundan dolayı yatırımların talep veya geliri artırabilmesi için her dönem sonunda yapılan yatırımlar bir önceki dönemin yatırımlarından, (It>It-1) şeklinde daha fazla olması gerekmektedir.
Bir önceki dönemden daha fazla yatırım artışı gerçekleşmez ise talep ve gelir seviyesi aynı düzeyde kaldığı için yatırımların gelir artırıcı etkisi gerçekleşemez.

Dengeli Büyüme
Yatırımların üretim kapasitesini artırıcı etkisi ile yatırımların toplam geliri artırıcı etkisi birbirlerine eşit olmalıdır şeklinde ifade edilmektedir. Bu bağlamda Domar büyüme modelinde, tam istihdam denge büyüme şartı, toplam talepte (gelirde) meydana gelen artış, artan üretim kapasitesinin tamamının kullanılmasına yeterli olmasıdır. Denge büyüme oranı ise yatırımların gelir artırıcı etkisinin kapasite artırıcı etkisine eşit olduğu büyüme oranı formülüne göre hesaplanmaktadır. Domar dengeli büyüme oranı, üretim kapasitesindeki değişiklikler (∆Yq), toplam talepteki (gelirdeki) değişikliklere (∆Yd) eşit olduğunda elde edilir.







Domar Büyüme Modelinin İşleyişinin Örnekle Açıklanması
Domar büyüme modelinin işleyişini bir örnekle açıklayalım.
Tam istihdam denge gelir düzeyi
Y1= 500 milyar ise a= 0.20 (marjinal tasarruf eğilimi) 
s= 0.30 (sermayenin ortalama verimliliği) ise dengeli büyüme durumlarını dönemler hâlinde ortaya koyalım.

s= 0.30 olduğu için tam istihdam dengesini sürdürebilmek için gerekli olan yatırım artış hızı veya bir başka ifadeyle büyüme oranını hesaplamak gerekmektedir.
Denge büyüme oranı g= ∆Y/Y= ∆I/I= a x σ olduğuna göre,
g= 0.2x0.3=0.06 yani % 6 olarak hesaplanmaktadır.

Harrod-Domar Büyüme Modelinin Eleştirisi
    Harrod- Domar büyüme modelinde hesaplanması zor ve soyut kavramlar kullanılarak analizler yapılmıştır.
    Tasarruf eğilimi, sermaye hasıla katsayısı ve sermayenin verimliliği katsayılarını hesaplamak çok kolay olmayıp bu katsayıları hesaplamak için verilerin güvenirliliği de önemli bir sorundur. Bu bağlamda “her iki model de Domar’ın da vurguladığı gibi kesin hesaplamalar yapmak için değil, fakat genel bir eğilimi belirlemek ve ekonomi büyümediği takdirde ortaya çıkabilecek aksaklıkları göstermek amacı ile kullanılmalıdır.
    Harrod-Domar büyüme modelinde sermaye hasıla katsayısı hesaplanırken ekonomideki sektörel ayırım yapılmamıştır. Ekonominin bütününü temsil eden bir tek katsayı kullanılmıştır. Bu ise yanıltıcı sonuçlara neden olmaktadır. Her sektörün ekonomi içindeki durumları ve ağırlıkları farklı olacağından dolayı sermaye hasıla katsayıları da farklıdır.
    Harrod-Domar büyüme modelinde kısa ve uzun dönemler olarak tasarruf eğilimi ve marjinal tasarruf eğilimi birbirine eşit ve sabit kabul edilmesi hatalıdır. Aynı şekilde sermaye hasıla katsayısı ve marjinal sermaye hasıla katsayısı sabit ve birbirine eşit tek bir katsayı olarak kabul edilmesi de hatalıdır.
    Harrod- Domar büyüme modelinde, eleştirilen diğer önemli bir konu ise üretim faktörlerinden sadece sermaye, üretim artışını sağlayan tek faktör olarak kabul edilmektedir. Domar büyüme modelinde sermaye dışındaki emek ve teknolojik gelişmelere yer verilmemiştir.