İktisat 4. Sınıf 2. Dönem Türkiye Ekonomisi 4. Ünite Özeti

Ünite 4 – Temel Sektörde Gelişmeler 

Özeti Word Olarak İndirmek İçin Tıkla
I: Tarım Sektörü
Tarımsal Faaliyetin İşlevleri ve Özellikleri
İktisat literatüründe üç temel sektör arasında:
    Tarım-birincil
    Sanayi- ikincil
    Hizmetler-üçüncül sektör olarak tanımlanır.
İktisadi gelişme sürecinde tarım sektörünün önemine ilk kez sistematik olarak değinen iktisat ekolü Fizyokrasi’dir. Fizyokrasi’nin kurucusu Fransız iktisatçı Quesnay’e göre, bir ekonomide tarım sektörü gelişmeden diğer üretim unsurlarının gelişmesi mümkün değildir.
Günümüzde tarım sektörü denilince akla, toprak veya suda yapılan bitkisel ya da hayvansal üretim faaliyetiyle uğraşan bir sektör gelmektedir.
Dar anlamda tarım; ekim, dikim, bakım ve yetiştirme yoluyla bitki ve bitkisel ürünler, hayvan ve hayvansal ürünler üretilmesi veya bunların üreticileri tarafından işlenip değerlendirilmesi faaliyetlerini kapsar.
Geniş anlamda tarım ise bitkisel ve hayvansal ürün üretiminin yanı sıra, bu ürünlerin yetiştiricileri tarafından işlenmesini, ormancılık ve balıkçılık faaliyetlerini, tarımsal ürünlerin taşınmasını ve saklanmasını, üreticiler tarafından satılmasını ve tarım alet ve makinelerinin üretim faaliyetlerinde bir bedel karşılığında kullandırılmasını kapsar.

Tarımın Sektörünün İşlevleri
Tarım sektörünün işlevleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:
    İnsanların besin gereksinimlerini karşılamak
    Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasına yardımcı olmak
    Sanayi sektörüne hammadde sağlamak
    Tarım dışı sektörlere istihdam sağlamak
    Tarım dışı sektörlerde üretilen mal ve hizmetlere talep yaratmak
    Çevre sağlığı ve toplumun ruhsal dengesini korumak

Tarım Sektörünün Genel Özellikleri
Tarım sektörünün genel özellikleri:
    Tarımsal üretim iklim şartlarına bağlıdır
    Tarımsal üretim mevsimlerin ritmine bağlıdır
    Tarım kesiminde üretim tekniklerini geliştirebilme imkânları sınırlıdır
    Tarımsal mallar talebinin gelir esnekliği düşüktür
    Tarım sektöründe üretim alanları dağınıktır
    Tarımsal işletmelerin içerisinde bulundukları piyasa koşulları farklılık arz eder
    Tarım sektöründe “azalan verimler kanunu” geçerlidir
    Tarımsal ürün fiyatları istikrarsızdır

Türk Tarım Sektörünün Üretim Yapısı ve Ürün Profili
Tarımsal üretim büyük ölçüde iklim ve doğa koşullarına bağlı bir iktisadi faaliyettir. Türkiye bu açıdan oldukça avantajlıdır, zira Türkiye tarımsal üretim için elverişli bir iklim ve doğa yapısına sahiptir.
Tarımsal üretim konusunda öne çıkan diğer tüm ülkeler gibi, Türkiye’nin de tarımsal üretim hacminin büyük olması, tarım sektörünün ülke ekonomisi için önemli bir konumda bulunmasına ve tarımsal nüfusun toplam işgücü içerisinde büyük bir paya sahip olmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, pek çok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de tarım sektörü kimi zaman oldukça istikrarsız dönemler geçirebilmekte ve söz konusu istikrarsızlıkların çözümü için çoğu zaman devlet müdahalesi kaçınılmaz olmaktadır.
Türkiye’de tarım sektöründe doğrudan ve dolaylı olarak faaliyette bulunan iktisadi birimler arasında:
    Özel sektör firma ve kuruluşları
    Devlet
    KİT’ler
    Tarım satış kooperatif birlikleri
    Ticaret borsaları ve bazı tarımsal aracı kuruluşlar yer almaktadır.
Sayılan bu birimler alım, satım, kontrol, koordinasyon, düzenleme, kısıtlama ve yönlendirme gibi çeşitli işlevleri yerine getirmektedir. Örneğin;
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tahıl ürünleri piyasasında alıcı pozisyonunda,
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tohumculuk ve damızlık sektörlerinde kaliteli girdi temini için üretici olarak ve dolaylı bir şekilde piyasa yönlendiricisi konumunda,
Et ve Balık Kurumu (EBK) canlı hayvan ve et piyasasında üretici ve düzenleyici olarak,
Çay-Kur ise çay piyasasında üretici ve yönlendirici olarak faaliyet göstermektedir.

Tarımsal Arazi Yapısı ve Tarım İşletmelerinin Durumu
Tarımsal üretim iki büyük alt sektörden oluşur; bunlar bitkisel ve hayvansal üretimdir.
Bitkisel üretim içerisinde tahıllar, baklagiller, tohumlar, tekstil hammaddeleri, sebzeler, meyveler ve içecek bitkileri yer alır.
Hayvansal üretim canlı hayvanlar, süt, et, yumurta, bal ve deri gibi ürünleri kapsar.
Türkiye’de tarımsal üretime uygun olan alanın yaklaşık olarak %35’i orman arazisidir. Geriye kalan alan içerisinde en yüksek ikinci pay, %26’lık oran ile tahıl ve diğer bitkisel ürünlerin üretimi için kullanılmaktadır. Hayvansal üretim için gerekli olan çayır ve mera arazileri ise Türkiye’de toplam arazilerin yaklaşık olarak %24’ünü kapsamakta ve üçüncü sırada gelmektedir. Buna ek olarak nadasa bırakılan, meyve, zeytinlik ve bağ olarak kullanılan ve son olarak sebze bahçelerini kapsayan arazi toplamı ise Türkiye’deki toplam arazinin yaklaşık olarak %14’ünü oluşturmaktadır.
Ekilen toplam tarım arazilerinin her yıl yaklaşık dörtte biri nadasa bırakılmaktadır.
Türkiye’de tarım arazileriyle ilgili en önemli sorun, çoğunlukla arazilerin oldukça küçük birimlerden oluşması ve aşırı parçalılık durumudur.





Bu sorunun giderilebilmesi için, değişik dönemlerde arazi toplulaştırmasına yönelik girişimlerde bulunulmuş, 1961 yılından bu yana bazı hükümetler döneminde toprak reformu yasaları çıkarılmış, ancak ülkenin geleneksel ekonomik, sosyal ve kültürel yapısının bir sonucu olarak istenen başarı bir türlü elde edilememiştir. Dolayısıyla, bu sorunun çözümü, miras hukukundan başlayarak oldukça kapsamlı bir çalışmayı gerektirmekte ve toplumun ikna edilmesinden geçmektedir.
Yine de son yıllarda toplulaştırma faaliyetlerinde azımsanmayacak bir mesafe alınmıştır. 2009 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın isteği ve Bakanlar Kurulu Kararı ile “Tarım Arazilerinin Korunması, Kullanılması ve Arazi Toplulaştırmasına İlişkin Tüzük” yayınlanmıştır. Bu Tüzüğün amacı; “toprağın korunmasını esas alan bir yaklaşımla tarım arazilerinin hangi zorunlu durumlarda amaç dışı kullanılacağına, tarımsal üretim gücü yüksek büyük ovaların belirlenerek korunmasına ve arazi toplulaştırması ve dağıtımı yapılmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek” şeklinde ifade edilmiştir.
2003-2011 yılları arasında toplam 1,3 milyon hektar tarım alanında çalışmalar tamamlanmış 1,8 milyon hektar alanda da çalışmalar devam etmektedir.
Türk tarım sektörünün en büyük sorunlarından biri de tarım işletmelerinin küçük geleneksel aile işletmeleri şeklinde olmasıdır.

Tarım Sektörünün GSYH İçerisindeki Payı ve Tarımsal Üretim Değeri
Türkiye, iklim ve doğa koşulları bakımından tarımsal üretime oldukça uygun bir yapıya sahiptir. Bu durum tarım sektörünün Türk ekonomisi için temel sektör olması sonucunu beraberinde getirmiş ve sektör ülke ekonomisi için daima önemli bir sektör olmuştur. Türkiye’de üretilen tüm mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları toplamını gösteren gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYH) değeri incelendiğinde, sonuç daha da açık hâle gelmektedir. Türkiye’de 2000-2010 yılları itibarıyla, Türkiye’de cari fiyatlarla hesaplanan GSYH’ya ve tarım sektörünün GSYH içerisindeki payına bakıldığında; sektörün GSYH içindeki payında az da olsa bir düşüş söz konusudur.
2000’de Türkiye’de tarım sektörünün GSYH içerisindeki payı %10,1 iken, 2010 yılına gelindiğinde %8,4’e gerilemiştir. Söz konusu dönemde genellikle GSYH’ nın büyüme hızı, tarım sektörünün büyüme hızından fazladır, ancak özellikle 2002, 2009 ve 2010 yıllarına bakıldığında tarım sektörünün GSYH’ nın göstermiş olduğu performansın üzerinde bir büyüme trendi yakaladığı açıktır.

2010 yılı itibarıyla Türkiye’de toplam tarımsal üretim değeri ile pazarlanan değer arasında önemli bir farklılık bulunmaktadır. Başka bir ifade ile Türk tarımı sahip olduğu değeri gerektiği gibi pazarlayamamaktadır. Potansiyel satış miktarı ile gerçekleşen satış miktarı arasında ciddi bir fark vardır.
Türk tarımı sahip olduğu canlı hayvan potansiyelini pazarlayamama gibi bir sorunla karşı karşıyadır ve bu sebepten ötürü, potansiyel olarak var olan değeri gerçek değere dönüştürememektedir. Sektörün uluslararası rekabet gücünü göstermesi bakımından önemli bir gösterge olan bu oranın sektör genelinde daha da yükseltilmeye ihtiyacı vardır.






Bitkisel Tarım Sektörü ve Bitkisel Üretim
Tarım sektörünün birinci büyük alt bileşeni bitkisel tarım sektörü ve bitkisel üretim, diğeri ise hayvancılık sektörü ve hayvansal üretimdir.
Türkiye’de toplam tarımsal üretim değerinin %48’i bitkisel üretime, kalan %52’si ise hayvansal üretime aittir (2010 yılı itibarıyla).
Bitkisel üretim faaliyeti de temel alt üretim alanları itibarıyla üç grupta toplanabilir:
    Tahıllar ve diğer bitkisel ürünler (%36)
    Sebzeler (%33)
    Meyveler, içecek ve baharat bitkileri (%31)

Tahıllar ve Diğer Bitkisel Ürünler
Türkiye’de tahılların ve diğer bitkisel ürünlerin ekilen alan ve üretim bakımından dağılımına bakıldığında;
en fazla ekili alanı bulunan bitkisel ürünlerin buğday, mısır, arpa, çavdar ve çeltik gibi bitki türlerini bünyesinde barındıran tahıllar olduğu (%74) anlaşılmaktadır. Ancak, üretim açısından en büyük pay tahıllar, kuru baklagiller, patates, yenilebilir kök ve yumrular ve son olarak yağlı tohumlar dışında kalan diğer bitkisel ürünlere (%54) ve tahıllara (%36) aittir.


Türk tarım sektörü içerisinde bitkisel ürünler arasında tahıllar dışında, diğer bitkisel ürünler olarak gruplandırılabilecek ürünlere bakıldığında; Türkiye’nin bu alanda da önemli bir ürün profili ve üretim gücüne sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bunlardan en önemlileri; kuru baklagiller, patates, yağlı tohumlar, tütün, şeker pancarı, pamuk ve yem bitkileridir.
Bunlardan kuru baklagiller grubu içerisinde kuru fasulye, nohut ve mercimeğin önemli bir yeri bulunmaktadır.
Türkiye mercimekte dünyanın en büyük ikinci (dünya üretiminin %8,4’ü),
Nohut (%5,8) ve kuru fasulyede (%3,5) ise üçüncü üreticisi konumundadır.

Türkiye’de hayvancılığın daha profesyonel olarak yapılmaya başlanmasına bağlı olarak üretimi özellikle son yıllarda çok hızlı artan yem bitkileri (korunga, burçak, fiğ, üçgül, mısır, hayvan pancarı ve yonca) üretimi yıllık 40 milyon tona ulaşmıştır ama üretilen değerin çok azı piyasaya dönüktür, büyük çoğunluğu üreticilerin kendi ihtiyaçlarına yöneliktir.
Tekstil sektöründe kullanılmak üzere ağırlıklı olarak Adana, Şanlıurfa, Diyarbakır, İzmir ve Aydın illerinde üretimi yapılan pamuk, yıllık 2,2 milyon ton dolayında üretilmektedir ve bu düzey yaklaşık 20 yıldan bu yana fazla değişmemiştir.
Türkiye’nin yıllık toplam tütün üretimi yaklaşık 53 bin tondur ve tamamına yakını pazara dönüktür. Tütün üretimi 1990’lı yılların başında yaklaşık olarak 340 tona ulaşmış, 2000’li yıllarda hızla gerileyerek bugünkü seviyeye gelmiştir. Tütün üretimindeki ciddi gerilemenin temel sebebi, 2001 yılında çıkan Tütün Yasası sonucu izlenen alternatif ürün politikasıdır.

Sebzeler
Türk tarım sektörü sebze ve meyve üretimi açısından son derece zengin bir potansiyele sahiptir. Türkiye’de bazı tropikal ürünler dışında hemen hemen tüm sebze ve meyve türlerini üretmek mümkündür. Ülkede 2010 yılı itibarıyla sebze üretimine uygun 8 milyon dekarlık tarım alanı bulunmaktadır.
Sebze türleri geleneksel olarak üç grupta toplanabilir:
    Meyvesi için yetiştirilen sebzeler (domates, hıyar, acur, biber, patlıcan, kabak, kavun ve karpuz gibi)
    Yumru ve kök sebzeler (kuru soğan, pırasa, havuç ve turp gibi)
    Diğer sebzeler (çoğunlukla lahana, marul, ıspanak ve maydanoz gibi yaprağı yenenler ve diğerleri)







En fazla üretilen sebzeler ise sırasıyla domates, karpuz, biber, soğan, hıyar, kavun, patlıcan, lahana, fasulye ve maruldur. Bu ürünler büyük ölçüde pazara dönük olarak üretilmektedirler ve ülkenin bu alanda nispeten rekabet gücü daha yüksek ürünleridir. Ayrıca, sebze üretimi ülkenin hemen her yerinde gerçekleştirilebilen bir tarımsal üretim faaliyetidir. Fakat, son yıllarda özellikle iç ve dış pazarlara yönelik profesyonel manada yapılan üretim ağırlıklı olarak Akdeniz bölgesinde yoğunlaşmaktadır.
Sebze üretiminde uluslararası rekabet gücümüzü anlama bakımından dünya üretimdeki yerimize bakıldığında; Türkiye salatalık (%3) ve biber (%7) üretiminde dünya üçüncüsü,
Domates (%7) ve ıspanak (%2) üretiminde dünya dördüncüsü,
Patlıcan üretiminde (%2) ise dünya beşincisi konumundadır.

Meyveler
Türkiye’de 2010 yılı sonu itibarıyla toplam 792 milyon meyve ağacının bulunduğu kaydedilmektedir.
Üretilen meyveleri üretim değerleri bakımından sırasıyla aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür:
    Üzüm
    Turunçgiller (portakal, mandalina ve limon gibi)
    Yumuşak çekirdekli meyveler (elma, armut, ayva vb.)
    Taş çekirdekli meyveler (şeftali, erik, kayısı, kiraz, vişne vb.)
    Zeytin
    Çay
    Sert kabuklu meyveler (badem, fındık, ceviz, kestane, Antep fıstığı vb.)
    Diğer meyveler (çilek, dut, nar, ahududu, keçiboynuzu gibi)
    Tropikal meyveler (incir, muz, kivi, avokado vb.)
    Baharat bitkileri (kırmızı biber, anason, kimyon vb)
Aşağıdaki grafik Türkiye’de 2010 yılı sonu itibarıyla meyve türlerine göre üretim oranlarını göstermektedir. Buna göre, ilgili dönemde en fazla üretilen meyve grupları üzüm, turunçgiller ve yumuşak çekirdekliler,
en az üretilenler ise tropikal meyvelerdir.
En fazla üretilen meyveler ise, sırasıyla üzüm, elma, portakal, zeytin, çay, mandalina, limon, fındık ve şeftalidir. Bu ürünler büyük ölçüde pazara dönük olarak üretilmektedirler ve ülkenin bu alanda nispeten rekabet gücü daha yüksek ürünleridir.





Türkiye’nin tarım ürünleri üretiminde dünya sıralamasındaki yerine bakıldığında;  6 üründe ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Bunlardan haşhaş dışında tamamı meyve ürünleridir. Bu ürünlerin isimleri ve dünya üretim payları sırasıyla şu şekildedir:
1)    Fındık (%67,5)
2)    Haşhaş (%35,5)
3)    İncir (%24)
4)    Kiraz (%19,6)
5)    Vişne (%17,4)
6)    Kayısı (%13)
Bunların dışında:
Türkiye meyvesi için üretilen sebze türlerinden kavun (%6,4) ve karpuz (%4) üretiminde dünya ikincisi,
Antep fıstığı (%14), kestane (%3) ve elma üretiminde (%3,7) dünya üçüncüsü,
Mandalina (%4) ve ceviz üretiminde (%7) dünya dördüncüsü,
Zeytin üretiminde (%6,9) dünya beşincisidir.

1991-2010 döneminde belli başlı meyvelerin üretimindeki gelişmeye bakıldığında armut dışında tüm meyvelerde üretimin büyük ölçüde artış kaydettiği görülmektedir. Öyle ki, üretim artışının bazı meyvelerde 2 katına (portakal, mandalina, limon, vişne, fındık, Antep fıstığı, zeytin ve çayda), bazılarında 3 (kirazda), bazılarında ise 6 katına (muz ve çilekte) ulaştığı görülmektedir. Üretimdeki hızlı artışa paralel olarak ürün kalitesinde de gözle görülür bir artış yaşanmaktadır. Bu durum, aslında ülkenin meyvecilikte rekabet gücünü daha da artırabileceğini göstermektedir.
Son yıllarda üretim ve rekabet gücünde sağlanan artışın sebeplerinden bazıları aşağıdaki gibi sıralanabilir:
    Meyve üretimine eğitim ve girişimcilik düzeyi yüksek, daha nitelikli üreticilerin girmesi
    Bu kişilerin uluslararası pazarların ihtiyaçlarını iyi analiz edebilmeleri
    Asya ve tropikal bölgelerde üretilebilen meyvelerin üretilmesine başlanması ile ürün çeşitlemesine gidilmesi
    Üreticilerin özellikle AB ülkeleri başta olmak üzere, satın alma gücü yüksek ülkelere yönelmeleri
    İç pazarda da halkın eğitim ve gelir seviyesinin yükselmesi ile birlikte, daha sağlıklı ürün tüketme ihtiyacının artması
    Küreselleşme olgusunun hızla yayılmasıyla birlikte, küresel sağlık ve tüketim kalıplarına yaklaşılması
    Akdeniz-Ege havzasının bu ürünlerin üretimine müsait olması
    Bazı ürünlerde örtü-altı (sera) üretim imkânlarının artması ve
    Genel olarak kentlilik ve gelir düzeyindeki artışa bağlı olarak, aynı ürünü dört mevsim tüketme alışkanlığının yaygınlaşmasıdır.

Türkiye’de örtü altı sebze ve meyve üretimi de yapılmaktadır. Bu sayede olumsuz doğa ve iklim koşulları kontrol edilmekte ve tarımsal alanlardan alınan verim de artmaktadır. Türkiye’de örtü altı bitkisel üretim içerisinde en büyük pay sebze üretimindedir. Türkiye’de bu alanda yapılan üretimde son yıllarda hızlı bir artış vardır. Nitekim 2001 yılında örtü altı toplam sebze üretim miktarı 3,6 milyon ton iken, bu rakam 2010 yılına gelindiğinde 5,4 milyon tona yükselmiştir. Aynı şekilde, örtü altı meyve üretimi de hızla gelişen bir üretim faaliyetidir. Özellikle çilek, muz, üzüm ve kayısı gibi ürünlerin üretimi örtü altında gerçekleştirilebilmektedir. Türkiye’de 2001 yılında örtü altı toplam meyve üretim miktarı 62 bin ton civarında iken, bu rakam 2010 yılına gelindiğinde 272 bin ton seviyesine yükselmiştir.
Türk tarımında bitkisel üretim başlığı altında ifade edilebilecek bir diğer konu organik bitkisel üretimdir. Özellikle gelir ve kentleşme seviyelerindeki artışa ve hane halklarının daha sağlıklı olduğu düşünülen bitkisel ürünleri tüketme eğilimlerine bağlı olarak son yıllarda hızla gelişen organik bitkisel üretim faaliyeti, Türk tarım sektöründe yeni bir pazarın oluşmasına neden olmuştur.

Bitkisel Tarım Sektöründe Tohumluk Üretimi
Bitkisel üretimin verimliliği için kalitesi onaylanmış (sertifikalı) tohumluk kullanımı son derece önemlidir. Ülkeler geliştikçe, tarımsal faaliyetler daha az arazi, işgücü ve sermaye; ama daha ileri teknoloji ve daha kaliteli girdi ile yapılmaya başlanmaktadır. Başka bir ifade ile, diğer sektörlerde olduğu gibi, tarımda da aynı miktar girdi ile daha fazla hasıla (çıktı) alınmak isteniyor ise, sertifikalı tohumluk üretimi stratejik bir duruma gelmektedir.
2011 yılı itibarıyla dünya ticari tohumculuk piyasasının 45 milyar dolar civarında olduğu;
bunun %71’inin sırasıyla ABD, 23 AB ülkesi ve Çin’in elinde olduğu bilinmektedir.
Türkiye’nin yıllık ticari tohumluk üretim değeri olan 400 milyon dolar, dünya üretim değerinin sadece %0,9’una karşılık gelmektedir. Ancak, son yıllarda ülkenin tohumluk üretim hacmi hızla artmış ve son 10 yılda toplam olarak 145 bin tondan 637 bin tona yükselmiştir. Bu miktarın 411 bin tonu buğday, 48 bin tonu arpa, 31 bin tonu mısır, 7 bin tonu çeltik, 14 bin tonu hibrit ayçiçeği, 96 bin tonu patates, 17 bin tonu pamuk, kalanı ise diğer ürünlere aittir.
Yurtiçi tohumluk üretiminin ülkenin ihtiyacını karşılama oranı ise üründen ürüne değişmektedir.
Karşılama oranı %100 olan ürünler:
    Hibrit mısır
    Hibrit ayçiçeği
    Aspirdir
Onu, %93 ile pamuk, %76 ile soya, %66 ile buğday ve %58 ile kanola takip etmektedir. Kuru fasulye, nohut, korunga ve fiğ ürünlerinde ise karşılama oranları %5’in altındadır.

Hayvancılık Sektörü ve Hayvansal Üretim
Hayvansal üretim, canlı hayvanların ve bu hayvanlardan elde edilen hayvansal ürünlerin üretimidir. Türkiye’de 2010 yılı sonu itibarıyla, toplam tarımsal üretim değerinin %52’si, yani 85 milyar TL’lik kısmı hayvansal üretimden oluşmaktadır. Bu değerin %58’i pazarlanan değerdir. Hayvansal üretimde pazarlanan oran canlı hayvan üretiminde gayet düşük (%40), hayvansal ürünlerde ise oldukça yüksektir (%80). Bu da hayvancılık sektöründe rekabetçi avantajın hayvansal ürünlerin üretiminde olduğunu göstermektedir. Türkiye’de canlı hayvan üretimi;
    Sığır
    Koyun
    Keçi
    Kümes hayvanları
    Arıcılık
    İpek böcekçiliğinden oluşur.
Ülkenin toplam hayvan stokuna bakıldığında:
    %56’sının koyun
    Yaklaşık %28’inin sığır
     %15’inin de keçiden oluştuğu anlaşılmaktadır.
Canlı Hayvan Üretimi
Türkiye’de canlı hayvan üretimine bakıldığında; büyükbaş hayvancılıkta tamamen yatay bir durum söz konusudur. Hayvancılığın bu alt sektöründe herhangi bir artış olmayıp, küçük de olsa bir azalma vardır.
Son 20 yılda toplam sığır sayısı yaklaşık 11-12 milyon dolayında değişmektedir. Ülkemizde sığır stokuna bakıldığında, bunları üç ana grupta toplamak mümkündür:
    Kültür
    Yerli
    Kültür melezi
Son 20 yılda oluşan sığır stoku verileri incelendiğinde; yerli sığır sayısı oldukça baskın iken hızla azalmıştır. Sığır varlığı dışında ülkemizde manda, at, eşek ve katır sayılarında aynı dönemde köyden kente göçün hızlanması ve yaşam biçiminde meydana gelen hızlı değişimin bir sonucu olarak büyük bir azalma olmuştur.
Son 20 yılda küçükbaş hayvancılık olarak adlandırılan koyun ve keçi sayısında ciddi bir azalma yaşanmaktadır.



Keçi sayısı ise aynı yıllarda yaklaşık 11 milyondan yine yaklaşık yarısına (6 milyona) gerilemiştir. Keçi stokumuz ise esas itibarıyla kıl keçisi ve tiftik keçisinden oluşmaktadır. Bugün toplam keçi stokunun tamamına yakını kıl keçisidir. Coğrafi olarak keçi üretiminin yoğun olarak yapıldığı bölgelere bakıldığında; ülkenin hemen her bölgesinde üretilmekle birlikte, 100 binin üzerinde keçi stokuna sahip iller Doğu ve Güneydoğu, Akdeniz, İç Anadolu, Ege ve Alt-Marmara bölgelerinde bulunmaktadır.
Canlı tavuk sayısında ise, tam aksine büyük bir gelişme kaydedilmiş;
1991 yılında yaklaşık 140 milyon olan tavuk sayısı, 2005’te 317 milyona (hatta 2006’da 345 milyona) kadar yükselmiş, ardından ortaya çıkan kuş gribi hastalığıyla birlikte, tavuk üretimi konusunda alınan tedbirlerin de sıkılaşmasının bir sonucu olarak üretim düzeyinde ciddi bir azalma olmuş ve sayı 2010 yılına gelindiğinde 235 milyona gerilemiştir.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, 2010 yılında dünyada 1,4 milyar baş sığır, 2,0 milyar baş koyun ve keçi, 194 milyon baş manda, 24 milyon baş deve, 965 milyon baş domuz ve 19,5 milyar adet kanatlı varlığı bulunmaktadır. Ayrıca, Türkiye’dekinin aksine, dünya genelinde hem sığır hem de keçi varlığı (koyun hariç diğer hayvan türlerinde olduğu gibi), son 20 yılda bariz bir şekilde artarken, koyun varlığı epeyce azalmıştır.
Arıcılıkta ise bilhassa 2000’li yıllarda bariz bir sıçrama yaşanmış;
1990’lı yıllarda 3,5-4 milyon adet arı kovanından, 2010 yılında 5,6 milyon kovana ulaşılmıştır. Yalnız, son 20 yılda eski tarz kovan sisteminden hızla yeni kovan sistemine geçilmiş ve esas artış da yeni kovan sayılarında olmuştur. Bugün toplam kovan sayısının yaklaşık %98’i yeni kovanlardan oluşmaktadır.
Son olarak, hayvancılık alanında ülkemizde öteden beri gerçekleştirilen geleneksel bir üretim alanı da ipek böcekçiliğidir. Ancak, ne yazık ki son 20 yılda bu alanda faaliyet gösteren köy sayısı 1.635’ten 194’e, faaliyeti yapan aile sayısı yaklaşık 30 binden 2 bine, açılan tohum kutusu sayısı ise yaklaşık 51 binden 5,5 bine gerilemiştir. Kısacası, ipek böcekçiliği gibi geleneksel bir Türk hayvancılık sektörü yok olma tehdidi ile karşı karşıya durumdadır.

Hayvansal Ürünler Üretimi
Canlı hayvan üretimi ile bunlardan elde edilen ürünler arasında temel bir fark vardır;
canlı hayvan üretimi pür tarımsal bir faaliyet iken, bunlardan elde edilen ürünlerin üretimi daha ziyade endüstriyel bir faaliyeti gerektirir. Türkiye’de toplam hayvansal üretimin %55’i canlı hayvan üretiminden oluşurken, kalan %45’i hayvansal ürünlerden oluşmaktadır. Fakat bunların pazarlanabilirlik oranlarına bakıldığında, hayvansal ürünlerin çok daha önde oldukları, yani pazar sürecine daha entegre oldukları görülmektedir. Hayvansal ürünlerin dünya genelinde ve Türkiye’deki durumuna bakıldığında; dünya genelinde kişi başına ortalama günlük toplam protein tüketimi 77 gram olup, bunun 30 gramı (%39’u) hayvansal kaynaklı proteinlerden oluşurken; ABD ve AB ülkelerinde hem ortalama protein tüketimi hem de bunda hayvansal kaynakların oranı dünya ortalamasının çok üzerindedir.




Kırmızı Et (Sığır Eti) Üretimi: Dünya süt üretiminin tamamına yakınını, et üretiminin ise %24’ünü tek başına sağlayan sığır, besin maddesi üretiminde büyük paya sahiptir. Bu durum sığırın biyolojik avantajlarından kaynaklanmaktadır. Türkiye için son 20 yıllık kırmızı et üretimi verileri incelendiğinde; hem toplam hem de alt bileşenler itibarıyla kırmızı et üretiminin oldukça istikrarsız bir görünüm arz ettiği, ama bunun özellikle küçükbaş hayvan eti üretiminde daha da fazla olduğu anlaşılmaktadır.
o    Dünyada ortalama yıllık kişi başına et tüketimi 40 kg olup; bunun 15,1 kg’ı domuz eti, 12,6 kg’ı kanatlı hayvan eti, 9,6 kg’ı sığır eti, 1,9 kg’ı koyun ve 0,8 kg’ı diğer etlerden temin edilmektedir.












Küçükbaş hayvanlardan elde edilen kırmızı et üretimine bakıldığında ise 1991 yılında koyun ve keçilerden elde edilen toplam et miktarı 149 bin ton iken, bu rakamın 2010 yılında yaklaşık olarak 159 bin tona yükseldiği görülmektedir.
Tek başına koyun eti üretimi, 1991-2000 yılları arasında yaklaşık 129 bin tondan yaklaşık 136 bin tona,
keçi eti üretimi ise yaklaşık 20 bin tondan 23 bin tona yükselmiştir. Keçi eti üretimi eskiden büyük ölçüde kıl keçisinden elde edilmekte idi, ancak zaman içinde üretimin tamamına yakını kıl keçisine yönelmiş durumdadır. Ancak, bu süre zarfında hem koyun eti üretimi hem de keçi eti üretimi oldukça istikrarsız bir seyir izlemiştir. Bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olan faktörler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
    Türkiye’de koyun ve keçi eti üretiminin genellikle modern işletmecilik usullerine uygun olarak yapılmaması,
    Buna bağlı olarak (biraz da doğası gereği), hastalıkların yıldan yıla hayvan sayılarını ve üretimi sık sık değiştirmesi,
    Üretimde ölçeğin çok küçük, etkinsiz, dolayısıyla maliyetlerin yüksek olması,
    Üretici ile tüketici arasındaki aracıların rekabetçi bir yapıya sahip olmamasından ötürü, yüksek üretici rantını ellerinde bulundurmaları,
    Tarımsal nüfusun hızla şehre göç etmesinden dolayı, köyde yetiştirici nüfusun azalması
    Mera arazilerin giderek azalması ve kalitesinin zayıflaması; buna karşılık ciddi bir ıslah politikasının devreye sokulamamış olması,
    Çoğunlukla aile işletmeciliği şeklinde yürüdüğü ve kayıtların itinalı bir şekilde tutulmadığı için, istatistiklerin güvenirlilik düzeyinin zayıf olması.

Süt Üretimi: Büyükbaş ve küçükbaş hayvanlardan üretilen bir diğer hayvansal ürün süttür. Son 20 yıllık döneme bakıldığında; toplam süt üretimi %30 oranında artmıştır. Bu artış tamamen inek sütünden kaynaklanmaktadır. Zira söz konusu dönemde koyun ve keçiden elde edilen süt üretimi yıllar içinde sürekli azalırken, sadece inek sütünde bir artış yaşanmıştır.

Tavukçuluk; Yumurta ve Beyaz Et Üretimi: Kümes hayvanları; et ve yumurta tavuğu, hindi, ördek ve kazdan ibarettir. Türkiye’de toplam sayı içerisinde en büyük pay et tavuğuna, ardından yumurta tavuğuna aittir.
   
Bal ve Yaş İpek Kozası Üretimi: Hayvansal üretim başlığı altında yer verilecek bir diğer konu arıcılık ve ipek böcekçiliğidir. Arıcılık açısından bakıldığında, Türkiye’de özellikle son yıllarda önemli değişikliklerin olduğu gözlemlenebilir. Geleneksel arıcılık yerini modern arıcılığa bırakmış ve bal üretimi miktarında ciddi artışlar yaşanmıştır.
Türkiye’de ipekböcekçiliği faaliyeti ve yaş ipek kozası üretimi giderek azalmaktadır. Sektördeki üretici sayısının ve açılan tohum kutusunun sayısının azalmasına paralel olarak, 1991 yılında üretilen yaklaşık 1,4 bin ton yaş ipek kozası, 2010 yılına gelindiğinde 126 tona gerilemiştir. Piyasa değeri oldukça yüksek olan ve dünya üzerinde birçok alanda tüketimi yapılan ipek üretiminin bu denli azalması, Türk tarım sektörü açısından önemli bir kayıptır.

Damızlık Üretimi: Osmanlı Döneminden 1984 yılına kadar Türkiye’de hayvancılığın gelişmesinde en etkin görevi Hara ve İnekhanelerle birlikte Devlet Üretme Çiftlikleri, o tarihten (1984) itibaren de TİGEM üstlenmiştir.
TİGEM’in en önemli görevlerinden birisi “ülkenin hayvansal üretimini artırmak, çeşitlendirmek ve ürün kalitesini iyileştirmek amacıyla yetiştirdiği damızlık hayvan ve spermaları yetiştiricilere intikal ettirmek” olarak belirlenmiştir. Hara ve İnekhaneler ile Devlet Üretme Çiftlikleri zamanında sığır, koyun, keçi, safkan Arap atı, tavuk ve hindi yetiştiriciliği şeklinde olan hayvancılık faaliyetlerinin tamamı ülkenin havyacılık sektörünün ihtiyacı olan üstün vasıflı ve hastalıklardan arî damızlık taleplerinin karşılanmasına yönelik olarak sürdürülmüştür. Ancak, günümüzde damızlık faaliyetleri hala esas olarak TİGEM eliyle yürütülse de hayvancılık sektöründe özel sektör de yerini almıştır.
Türkiye’de hayvancılığın gelişmesi için üstün nitelikli damızlık üretiminde başarılı olunması büyük bir öneme sahiptir.
Son olarak Osmanlı Devleti’nin daha ilk yıllarından itibaren varlığını sürdüren Çiftlikat-ı Hümayun adı verilen haralarda saraya ve orduya at yetiştiriciliği yapılmıştır. Bugün hâlâ safkan Arap atı yetiştiriciliği faaliyetlerini sürdüren Karacabey (Bursa), Çifteler (Eskişehir) ve Sultansuyu (Malatya) Haraları bugün diğer damızlık ve tohumculuk faaliyetleriyle birlikte büyük tarım işletmeleri olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Son yıllarda özel sektör de at yetiştiriciliği sektörüne yurdun hemen her yerinde yatırım yapmaktadır.

Su Ürünleri Üretimi
Tarımsal üretim anlatılırken su ürünleri çok defa ihmal edilir. Her ne kadar bitkisel ve hayvansal faaliyetler kadar bir büyüklüğe sahip olmasa da Türkiye gibi üç tarafı denizle çevrili bir ülke için su ürünlerinin üretimi ve piyasası önemlidir. Hele de gelir ve eğitim düzeyi ile birlikte sağlık bilinci yükselen bir toplum için su ürünlerinin önemi daha da artacaktır. Kaldı ki, Türkiye’de balık yetiştirilen göller, barajlar ve özel tatlı su balığı üretim tesisleri giderek yaygınlaşmaktadır.

   
Denizlere göre üretilen ürünlere bakıldığında ise 2010 yılı itibarıyla en fazla üretimin hamsi balığında olduğu (229 bin ton), bunun da büyük bir kısmının (173 tonu) Doğu Karadeniz’de gerçekleştirildiği görülmektedir.
Hamsiden sonra en fazla üretimi yapılan deniz ürünleri sırasıyla sardalya, midye, istavrit, mezgit ve palamuttur.
Sardalya üretiminde bugün 2002’deki üretim düzeyinin yaklaşık 4 katına ulaşılmış olup, çoğunlukla
Ege, Akdeniz ve Marmara denizlerinden çıkarılmaktadır.
Midye üretiminde, kayıtlara göre yıllık 1,5 bin tonluk üretim düzeyinden 27 bin tona ulaşılmış olup, tamamına yakını Batı Karadeniz’den çıkarılmaktadır.
İstavrit üretiminde bazı yıllar 30 bin tona kadar çıkılabilmekte ve çoğunlukla Doğu ve Batı Karadeniz ile Marmara Denizinde çıkarılmaktadır.
Mezgitte üretim yıldan yıla değişmekle birlikte 8-13 bin ton bandında bulunmakta ve çoğunlukla Doğu ve Batı Karadeniz’de üretilmekte.
Palamutta ise üretim son yıllarda yıllık 6 ila 71 bin arasında değişmektedir ve çoğunlukla Doğu ve Batı Karadeniz’den elde edilmektedir. Görüldüğü üzere, deniz balığı üretiminde büyük bir istikrarsızlık söz konusudur.






Deniz balıkları sayısına ilave olarak, avlanan tatlı su balıkları miktarı yıllık 40 bin ton dolayında oldukça istikrarlı bir durum sergilemektedir ve bunun en büyük kısmı sazan, inci kefali ve gümüş balık türlerinden ibarettir.
Son olarak, son 10 yılda hızlı bir gelişme gösteren su ürünleri yetiştiriciliğinde toplam üretim 61 bin tondan 189 bin tona (bunun da 100 bin tonu iç su balık üretimine ait) ulaşmıştır.
İç su balıklarının tamamına yakını alabalık türündendir, deniz balıkları yetiştiriciliğinde ise büyük bir kısmı levrek, çipura ve alabalık türlerindendir. İç su balıkları üretiminde en önde Muğla, ardından Trabzon, Antalya ve Samsun gelmekte; deniz balıkları yetiştiriciliğinde ise Muğla, İzmir ve Trabzon ağırlık taşımaktadır (TÜİK).





Tarımsal İstihdam
Türkiye’de tarımsal istihdam miktarı 2000’li yıllarda yaklaşık 8 milyondan 5 milyon dolayına, toplam istihdamdaki payı ise yaklaşık %36’lardan %25’lere gerilemiştir. Anlaşılacağı üzere, tarımsal istihdamın payı düzensiz bir şekilde sürekli azalsa da gelişmiş ülkelerdeki %2 ile 4 oranları ile kıyaslandığında hâlâ çok yüksek bir düzeydedir.
Arzu edilen, tarımsal GSYH payı ile tarımsal istihdam payının birbirine yakın seyretmesidir. Bir başka ifade ile oransal olarak tarımın milli gelire katkısı taşıdığı istihdam hacmine nispetle yaklaşık üçte bir dolayındadır. Türkiye’de bunu engelleyen faktörlere bakıldığında, sektörün yapısal geri kalmışlığının olduğu anlaşılacaktır. Zira tarımsal işgücünün vasıf (nitelik) birikimi, verimlilik düzeyi çok düşük, sektörde sermaye birikimi, teknolojiden yararlanma ve teşebbüs kapasitesi nispeten zayıf, arazi yapısının bir kısmı modern tarıma elverişli olmayacak kadar küçük parçalara ayrılmış, dağlık, kurak, verimsiz, bakımsız ve dağınık bir görünüm arz etmektedir. İstihdam edilen işgücünün önemli bir kısmının gizli işsiz konumunda olması, sektörün iktisadi katkısının sınırlı kalmasının önemli bir sebebidir.


Tarımsal Dış Ticaret
1980 öncesi dönemde tarımsal ürünlerin ihracatı Türkiye’nin dış ticaretinde önemli yer tutmakta idi. Türk ekonomisi 1980 yılından sonra yönünü sınırları dışına çevirmiş ve ekonomik gelişimini dış ticarete (ihracata) dayalı bir büyüme stratejisine bağlamıştır. Buna rağmen hem coğrafyası, hem doğa koşulları hem de iklimi açısından tarımsal üretime son derece uygun olan Türkiye’de, günümüzde tarımın ihracat açısından güçlü bir sektör olmadığı görülmektedir.
Türkiye’de toplam ihracat açısından, özellikle 2002 yılından sonra muazzam bir gelişme yaşansa da; aynı trendin tarımsal ihracat miktarı ve oranı bakımından yakalanamadığı, hatta tam aksine toplam içindeki payın giderek daha da azalmaktadır. Aynı durum rahatlıkla tarımsal ithalat için de söylenebilir. Ayrıca, tarımsal dış ticaretin yıllar içinde sergilediği büyüme performansı ve dengesi oldukça istikrarsız bir görünüm arz etmiştir. Özellikle son yıllarda tarımsal ürünlerde dış ticaret açığının hızla arttığı dikkat çekmektedir. Bu kuşkusuz tarım sektörümüzün uluslararası rekabetçi yapıdan ne kadar kopuk olduğunu göstermektedir.
Tarımsal ihracatın en fazla yapıldığı ülkeler sırasıyla:
1)    Irak,
2)    Almanya
3)    Rusya
4)    İtalya
5)    Fransa
6)    Hollanda
7)    İngiltere
İthalatın en fazla yapıldığı ülkeler ise yine sırasıyla:
1)    ABD
2)    Ukrayna
3)    Rusya
4)    Almanya
5)    Brezilya
6)    Malezya’dır.
Son olarak Türkiye’nin su ürünleri dış ticaretine bakıldığında;
2010 yılı itibarıyla yaklaşık 81 bin ton balık ithal edilmekte ve 134 milyon dolar ödenmektedir.
Bu değerin yaklaşık yarısı Norveç’e, kalanı da Gürcistan, Fas, Fransa ve Çin gibi ülkelere ödenmektedir.
Yıllık ihracat ise, 55 bin ton ve elde edilen değer 313 milyon dolardır.
En fazla ihracatın yapıldığı ülkeler ise; İtalya, Hollanda, Almanya, Lübnan, Yunanistan ve İspanya’dır.

Türkiye’de Tarımsal Destekleme Politikaları
Türkiye’de tarım politikasının uygulanma şekli kalkınma planları ile gerçekleştirilmektedir. Söz konusu planlara göre uygulanan politikaların temel hedefi, kaynakları etkin bir biçimde kullanarak ekonomik, sosyal, çevresel ve uluslararası gelişmeler boyutunu bütün olarak ele alan örgütlü, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir bir tarım sektörü oluşturmaktır.
Bununla birlikte, kalkınma planlarında tarım politikaları ile gerçekleştirilmek istenen amaçlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
    Tarımsal üretim seviyesini ve verimliliği arttırmak, sektörün gelişme hızını sürdürülebilir kılmak
    Tarımsal üretimde mümkün olduğunca kendine yeterli bir düzeye ulaşmak ve toplumun dengeli bir şekilde beslenmesini sağlamak
    Tarıma dayalı sanayinin, tarımsal girdi ihtiyacını yurtiçinden karşılamak
    Sektörde gelir düzeyini yükselterek, sektörler arasındaki gelir farklılıklarını gidermek
    Tarımsal istihdamı verimli hâle getirmek ve buradan başka sektörlere işgücünü göçünü kontrol etmek
    Sektörün teknoloji düzeyini yükselterek, tarımsal üretimin doğal koşullara bağımlılığını azaltmak
    Tarımda verimlilik düzeyinin arttırılması amacıyla modern girdi kullanımını (sertifikalı tohumculuk ve damızlık) teşvik etmek, sulama faaliyetlerini geliştirmek
    Tarım ürünlerinin uluslararası rekabet gücünü artırmak
    Tarımda destekleme politikasını etkin bir araç olarak kullanmak
Kalkınma planlarındaki hedeflere göre uygulanan tarım politikalarının temel hedefi,
kaynakları etkin bir biçimde kullanarak ekonomik, sosyal, çevresel ve uluslararası gelişmeler boyutunu bütün olarak ele alan örgütlü, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir bir tarım sektörü oluşturmaktır.
Tarım sektörü yapısı itibariyle devlet müdahalesine açık bir sektördür. Tarımsal üretimin büyük ölçüde doğa koşullarına bağlı olması, devlet desteği olmaksızın ciddi bir gelişmenin yaşanmasını engellediği için, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin büyük bir çoğunluğu tarımsal destekleme politikaları izlerler. Türkiye için de ziyadesiyle doğru olan bu durum neticesinde, devlet uzun yıllardır tarım sektörü üzerinde müdahil olmuş ve çeşitli yöntemlerle tarım sektörünü desteklemiştir. Çünkü:
i)    Tarım doğa koşullarına fazlasıyla bağımlı olduğu için negatif arz şoklarına ziyadesiyle açıktır, o nedenle risk ve belirsizlik fazladır
ii)    Arazi yapısı genellikle çok parçalıdır ve dağınıktır, dolayısıyla üretimde ölçek dezavantajı vardır
iii)    Tarımsal ürünlerin arz ve talep esneklikleri genel olarak düşüktür
iv)    Tarımsal ürünlerin saklanması ve pazarlanması hem daha zor hem de daha maliyetlidir.

Tarım sektörüne uygulanan destekler:
    Fiyat desteği
o    Teşvikler
o    Primler
o    Kota ve tarifeler
o    Vergiler
o    İhracat iadeleri
    Gelir desteği
o    Dolaylı
    Doğal afetler karşılığında yapılan bitkisel ve hayvansal zarar ödemeleri doğrudan gelir desteği kapsamında yer alır
o    Doğrudan
    Tarımsal hammadde alımı,
    Tarımsal üretim kredileri,
    Hayvan sigortası ve depolama gibi üretim maliyetlerini azaltan destekler dolaylı gelir destekleri içerisinde
    Diğer destekler olarak üç temel kategoriye ayrılır.
o    Eğitim
o    Araştırma-geliştirme (AR-GE),
o    Pazarlama
o    Dağıtım ve yayım gibi destekler


Türkiye’de uygulanan tarımsal destekleme politikaları, dünyadaki uygulamalarla büyük ölçüde örtüşmektedir. Türkiye’de destekleme alımları, girdi destekleri, düşük faizli tarımsal kredi, süt teşvik primi ödemeleri, doğal afet ödemeleri, ekim alanları sınırlandırılması ve destekleme primleri gibi birtakım destekleme faaliyetleri yürütülmektedir. Ayrıca, AR-GE, yatırım, pazarlama ve dış ticarete yönelik destekleme faaliyetler de bulunmaktadır.

Türkiye’de toplam 9 alanda tarımsal destek sağlanmaktadır ve bunların kendi içinde alt destek türleri bulunmaktadır. Türkiye’de 2010 yılında tarım sektörüne verilen desteklerin %88’i üç grup destek üzerinden kullandırılmaktadır. Buna göre, en fazla destek yaklaşık 2,1 milyar TL ile Fark Ödemesi Destekleri, 1,9 milyar TL ile Alan Bazlı Tarımsal Destekler ve Doğrudan Gelir Desteği, 1,2 milyar TL ile de Hayvancılık Destekleri başlıkları altındaki kalemler üzerinden yapılmaktadır.



Türk Tarım Sektörünün Ab Ortak Tarım Politikasına Uyumu
Avrupa Birliği (AB) Ortak Tarım Politikası’nın (OTP) temelleri 1958 yılında atılmış ve Birliğin ilk ortak politikası olmuştur.
Üye ülkelerin tarım politikalarını siyasal ve ekonomik anlamda bütünleştirmek olan bu politika demetinin amaçları aşağıdaki gibi sıralanabilir:
    Üretim standartlarını ve tarım teknolojisini geliştirmek
    Tarımsal üretim araçlarının etkili kullanımını sağlamak
    Avrupa’daki tarımsal üretimin verimliliğini artırmak
    Piyasalarda istikrarı sağlamak
    Ürün arzının güvenliğini sağlamak
    İşgücünün optimum kullanımını sağlamak
    Gelir artışı sağlamak
    Fiyata dayalı haksız rekabetin önüne geçmek
Bununla birlikte OTP üç temel ilke üzerine inşa edilmiştir. Bu ilkeler ve ilkelerin kapsamı ise şu şekilde özetlenebilir:
    Tek tarım pazarı ilkesi: Bunun anlamı, AB’ye üye ülkeler arasında tarım ürünlerinin serbest dolaşımı önündeki tüm engellerin kaldırılması ve tarımsal ürünlerin piyasa koşulları içerisinde alınıp satılabileceği tek bir pazarın oluşturulmasıdır.
    Topluluk tercihi ilkesi: Bu ilke ile ithal ikameci bir anlayış içerisinde, öncelikle AB’ye üye ülkelerin tarım ürünlerinin tüketilmesi ve söz konusu yerli ürünlerin ithalata karşı korunmasını sağlayarak AB tarım ürünleri ihracatının geliştirilmesi hedeflenmektedir.
    Ortak mali sorumluluk ilkesi: Bu ilke doğrultusunda AB’de OTP’ ye ilişkin tüm harcamalar, üye ülkeler tarafından ortaklaşa karşılanacaktır. Bu amaçla, 1962 yılında AB bütçesi içerisinde Tarımsal Garanti ve Yön Verme Fonu (FEOGA) oluşturulmuştur.
Avrupa Birliği OTP çerçevesinde, Türkiye ile AB’nin tarım politikaları karşılaştırıldığında yapısal birçok farklılık görülmektedir.
Bunlardan ilki demografik farklılıklardır. Buna göre Türkiye’de işgücünün %25,2; AB’de ise %5,2’si tarım sektöründe istihdam edilmektedir.
İkinci farklılık, Türkiye’nin tarımsal destek sisteminin çok dağınık yapılı ve yüksek maliyetli olması, AB’nin ise doğrudan ödeme yöntemini kullanıyor olmasıdır.